tag:blogger.com,1999:blog-47450847800619602222024-02-07T09:59:55.466-08:00Cevizin SerzenişleriSerzenip mi kendine gelecek yoksa silkenip mi kendine gelecek henüz bilemedi, dolaşıyor...Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.comBlogger72125tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-34628242549323782192012-07-24T02:55:00.003-07:002012-07-24T04:15:19.785-07:00<div style="text-align: justify;">
<div class="separator" style="border-bottom: medium none; border-left: medium none; border-right: medium none; border-top: medium none; clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh6B57kfQ8xNsKPGWv1s462jXvDzCZWks2mMX6idGhr1NNB2UDXvpMfe0_CSskyVUtHLteFMF3d0mPjeO-HlR7ZAskvBBSDYuoUzU7zoa3cMTyleBqkOoBdVXdE2DQ9kS9m1lSHsW0enS-K/s1600/Sweden_18_by_mjagiellicz.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; cssfloat: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" sda="true" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh6B57kfQ8xNsKPGWv1s462jXvDzCZWks2mMX6idGhr1NNB2UDXvpMfe0_CSskyVUtHLteFMF3d0mPjeO-HlR7ZAskvBBSDYuoUzU7zoa3cMTyleBqkOoBdVXdE2DQ9kS9m1lSHsW0enS-K/s320/Sweden_18_by_mjagiellicz.jpg" width="239" /></a></div>
<strong>yediğim içtiğim bana kalsın, gezdiğim yerleri anlatayım:))</strong></div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yeşil pasaportu aldığım günden beri dünyanın neresini gezeyim diye harıl harıl yer araştırıyorum. Nerenin nesi ünlü, tarihi, iklimi, kültürü, ilgimi çeken şeyler gibi. İlk olarak yeşil pasaport ya, yeşil yerlerden başlayayım dedim:)) ve geçen yıl doğruca İsveç'e ve Fillandiya'ya gittim. Kuzey ülkelerini hep merak etmişimdir. İlk olarak oradan başladım. Belki doğaları karadeniz bölgesine benziyor diye mi bilmiyorum. Sosyal ve ekonomik olarak bizden hatta dünyadan 100 adım ilerde olan bu ülkeleri gezince ben bu mesafenin 1000 adım olduğuna karar verdim. Uçaktan iner inmez güleryüzle karşılandım. İlk intiba çok önemli ama pek sıcakkanlı oldukları söylenemez. Mesela bir gün isveçli bir arkadaşın evine uğradık. Kapıda bir hoşbeş sefa yok, bizden önce geçti salona oturdu. Elinde bir iş vardı. Onu yapmaya devam etti. Ben öyle etrafa aval aval baktım. Ne bir sohbet ne bir ikram. Demek ki böyleler. Neyse insan medeniyetlerinden değil de sosyal medeniyetlerinden söz edeyim. Sosyal haklar olarak avrupada en iyi şartlara sahip ülkelerin başında geliyor. Sağlık sigortası, işsizlik sigortası, anne ve çocuğa verdiği ödenek, ücretsiz eğitim ki buna üniversite eğitimi dahil. vs. Bunun gibi bir sürü hak. Kim yaşamak istemez. Bunun yanında pahalı bir ülke. Gerçi aldıkları ücrete göre normal. Bir hastabakıcın aylığı 11bin kron hemşirenin 20 bin kron uzman doktorunki ise 100 bin kron civarında. Yani 25 bin lira. Niye bir doktor muayenehaneye ihtiyaç duysun ki, emeğinin karşılığının fazlasıyla alıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Dikkatimi çekenleri sıralayım: Mesela bizim kreşlerde çocuklar el bebek gül bebek aman dışarı çıkmasın çarpmasın diye her yer halıfleksle döşelidir ya onlarda bahçe bildiğin çakıl. Bir kamyon çakılı dökmüşler, çocuklarda onların üzerinde oynuyor, kirleniyor kimin umurunda. Çocuk, mikrobu ve doğayı tanısınmış.Bi de marketlerde çocuklara muz bedava. Ve hepsi bebek arabasnda ve bir çoğunu babası gezdiriyor. İsveçte çocuk olasım geldi:)) İnanılmaz şekilde herkes bisiklet kullanıyor, kullanmayanlarsa spor yapıyor koşuyor. Denizle o kadart iç içeler ki ya sörf yapıyorlar, ya balık tutuyorlar, ya 18 derece suya girip güneşleniyorlar. Herkesin bir teknesi var. Şöyle ki İsveç binlerce adadan oluşan bir ülke. Şehir içindeki adalar köprülerle birbirine bağlantılı. Fillandiyaya giderken gördüm. Tek kişilik adalar var. Bir malikane ve kapısında bir tekne o kadar. Masal adası gibi. En güzeli de o kadar yeşil bir ülke ki, her yer ağaçlık, her yer yeşillik, her yer orman. Doğal parkları var alabildiğine. Hayvanlar şehrin içinde özgürce dolanıyor. Çünkü şehirde yüz ev varsa binlerce ağaç var. Bizimkiler evlerin arasına ağaç dikerken onlar ağaçların arasına ev dikmiş. Musluktan su içebiliyorsunuz. Neredeyse karadenizin yayla suları kadar tatlı sular bunlar. Evlerin inşası belli oranlara gör yapılmış, kimse kimsenin yatak odasına kadar girmiyor. Yollar dersen bildiğin konya ovası genişliğinde. Ama denizlerinin rengini beğenmedim. Bana biraz koyu geldi, şöyle akdenizin masmavi denizi yoktu orada. Belki havanın kapalı olması denizin rengini de öyle gösteriyor olabilir. Her yer çok temiz, hiç bir yerde çöp yok. Deniz kenarında, göl kenarında ne bir koku, ne kıyıya vurmuş bir çöp. Bizde bunu bulmak için artık bakir koylara gitmek gerekiyor. Tabiatları korumuşlar kısacası bizim gibi her fırsatta baltayı ağaca vurmamışlar. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Stockholm de ulaşım metroyla sağlanıyor. Biletleri pahalı gelmişti bana 40 krondu galiba. Bir de bunların h&m diye bir giyim markaları var. Buranın lcwaikikisi gibi. Her adım başı mı olur? Kusasım geldi. Ve inanılmaz zevksiz giyiniyorlar, inanılmaz o kadar yani. Ne renk uyumu var, ne moda uyumu var. Eski, renksiz, modası geçmiş şeyler. Modaya önem vermiyorlarmış, savunmaları bu. Amaa dehşet şekilde de okuyorlar. Her yerde. Metroda, parkta, bankta... Galiba biraz aşmışlar:)) Nobel de orada veriliyor zatii. Stockholm meydanda bir Türk pazarı var. Türkiye de kilosu 30 lira olan yaban mersini orada pazara düşmüş:)) Orada yaşayan sadece 30 bin kululu var, gerisinin siz düşünün. Duyan gitmiş, duyan gitmiş. İsveç başbakanı Türkiyeye gelince, gitmiş Konya Kulu da kalmış. Bi de iltica kabul eden ülke. İltica bahanesiyle bütün kürtler orada. Muhakkak her yerde karşınıza çıkıyorlar. Fillandiyaya gemiyle giderken bile vardı:) Afrika ülkelerinden, arap ülkelerinden çok insan var. Devlet artık göçmen almaya sınırlama getirecekmiş. Her isveçli muhakkak ingilizce biliyor, avrupadaki gibi değil yani. Sıkıştıklarında ingilizce konuşuyorlar gibi bir şey. Lars Von Trier de isveçli bir yönetmen. Ne güzel bir memleket, doğaya bak, denize bak ilham al. Sonra da git <em>dogville</em> gibi tiyatro dekoruyla film çek. Hey Allahım ya! Bi de her yerde elma ağacı var, istediğin gibi koparıp yiyorsun. Kimse elinde sopayla seni kovalamıyor:)) Ayrıca bir müzede Osmanlının soy ağacına rastladım. Kesin çalmışlar onu. Yoksa onun ta kuzeyin tepesinde ne işi var?</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Fillandiya bir sonraki yazıma kalsın. </div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-70957651913711658762012-04-01T05:58:00.006-07:002012-04-07T07:12:47.492-07:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgUwq2hwSsI0BMdm6-tM7vGym0w14xOOl1HytMtzO3byG6NsfM4QFq4qPVE63a7tljBZFoHsjNooQZqmRkeNEB7MvLubnMfDa4cmltQq0EyHG2DTHpEtR7U5u4wRqy_fvRP7nS1aLjcekxK/s1600/IMG_4135.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5728661066623578802" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 267px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgUwq2hwSsI0BMdm6-tM7vGym0w14xOOl1HytMtzO3byG6NsfM4QFq4qPVE63a7tljBZFoHsjNooQZqmRkeNEB7MvLubnMfDa4cmltQq0EyHG2DTHpEtR7U5u4wRqy_fvRP7nS1aLjcekxK/s400/IMG_4135.JPG" border="0" /></a><br /><br /><div align="justify"><strong>yuppiii muradıma erdim:)<br /></strong><br />Yaklaşık 4 hafta önce nişanlandım. Bu konuda anlatmaya değer kısım bence nişan öncesi koşturmaca ve hazırlıklar. Nişan olup bittiğinde ertesi gün hayat çok farklı olmuyor. Sadece statü değiştiriyorsun sana nişanlı kız diyorlar. Bu kadar yani . Ama öncesindeki telaş, yaklaşık bir yıl yeter bana.<br /><br />Müstakbel nişanlımla, nişan tarihini kararlaştırdığımızda ikimiz de birbirimize ürkek gözlerle baktık. Zor bir sürecin bizi beklediğini ve işin yüzde seksenini bizim halletmemiz gerektiğini biliyorduk çünkü. Nişandan iki hafta önce bu kararı aldık ve başladık zamanla yarışmaya. Önce ailelerimize kararımızı bildirdik, onay aldık. Bu arada nişan tarihinde benim isveçten bir misafirim olacaktı evde. Misafirim var onunla ilgilenmem lazım diye kendimi germedim. Artık kaçarı yoktu, nişan o tarihte olacaktı hiçbir durum buna engel olamazdı. Onun bu durumu anlayışla karşılayacağını, hatta gelişiyle nişanımın çakışmasına sevineceğini bile düşündüm. Nihayetinde öyle de oldu. Beni hiç yormadı, germedi, yük olmadı, aksine destek oldu. Misafir olmaktan çıkıp evin bir bireyi oldu.<br /><br />İşe nereden başlayayım diye düşündüm. Proje direktörü gibiydim. Çünkü erkekler, gelenek görenek, adet hakkında bir şey bilmiyor bunu öğrendim. Sevgiliyken sorun yok, hiç bir şeyin önemi yok. Entel dantel ayağındasın "aman canım ne gerek var kız isteme törenine", "kimse gelmesin kendisi gelsin istesin" falan fişman. Hatta gidip konsoloslukta evlenelim sonra aileleri haberdar edelim gibi lafları bile konuştuk yani. Amaa kazın ayağı hiç de öyle değil işte. Aileler devreye girdi mi, babaya anneye sökmüyor entel dantel ayağı. Karşılarında anne baba amca dayı görmek istiyorlar, o ritüeli yaşamak istiyorlar. O tören olmazsa olmazların arasında. Bildiğin evde davet vereceğiz yani. Kız istemek, yüzük takmak tam bir seremoni. Bu konulardan ben de çok haberdar değilim tabi. Tarih kararlaştırılınca dosdoğru halama gittim. Biz böyle bir karar verdik, şimdi ne yapmamız gerekiyor diye sordum. Vay anasının sayın seyirciler işte o zaman o iki hafta bana bir gün gibi geldi. O kadar iş o iki hafta da nasıl halledilecek. Bu arada müstakbel nişanlım hala çok rahat. Rahatlığı sinirimi bozuyor. Hem bir şey bilmiyor hem ne var ki bunlar da yaparız diyor.<br /><br />İlk önce kapalıçarşıya gidip yüzük beğendik. Klasik alyans istediğimizden 3 kuyumcu gezmek yeterli oldu. Zaten ilkine gidip ölçü verdik. Sonrasında benim elbisemi almaya sıra geldi. Bir akşam iş çıkışı vitrinleri gezdim, acaip moralim bozuldu. Benim istediğim gibi bir elbise yok. Diktirsem acaba yetişir mi telaşı başladı. Nişanı ertelesek mi diye bile düşündüm. İkinci gün bir arkadaşımla Nişantaşına gittim. Bayağı bir gezmeden sonra roman mağazasına girdik. Üstünkörü karıştırıyorken askıları aradığım elbiseyi buldum. Denedim tam bana göre dikilmiş. Anında aldık çıktık, bu işi halletiğim için ayrıca bir sevindim. Bu işin bence en önemli kısmıydı. Ambalaj önemli ambalajj:)) Şimdi sıra geldi aşkımın elbisesine. O biraz kilolu olduğu için zorlanacağımızı biliyordum. Neyse inanılmaz bir şekilde Networkden ikinci denediğimiz damatlığı aldık. Damatlık diyorum çünkü kumaşı biraz parlak - öyle olması gerekiyormuş- ve düğüne yakın gidip vericez ücretsiz olarak yakasına saten dikecekler. Oldu sana mis gibi damatlık. Bu kısım da halledildi. Ohh. Gerçi gömlek alırken yanlış olanı, kısa yakalı gömleği verdiler ama neyse. Çok sorun olmadı.<br /></div><br /><div align="justify">İlk hafta sonu yine kapalıçarşıya gittik yüzüğü aldık. Ölçü dar geldi, biraz daha açtılar. Kurdelalarını bağlayıp kutulayıp verdiler. Sonrasında aşkım bana bir de takı aldı nişanda takmak için. Alınacaklar alınmıştı. Annem babam cuma günü geleceklerdi yani nişandan iki gün önce. Misafir de evde sıkıntı yaratmıyordu. Şimdilik herşey iyiydi. Abimin evinden istenecektim. Orası daha müsaitti, daha genişti. Bütün hafta içi gelen misafirlere ne ikram edeceğiz diye araştırdım, tarif aldım, liste çıkardım. Abimin eşi bu konuda son derece yardımseverdi. Bütün ağırlama yükü neredeyse onu üzerindeydi. Sürekli menüde ne olacak diye kritik yaptık durduk. Ben internette nişan menüsü diye araştırırken nişan kurabiyesi diye bir şey buldum. İlk defa duydum, ilk defa gördüm. İnsanın başına gelmeyince bu tür mevzulardan bihaber oluyor. O kurabiyeler o kadar albeniliydi ki muhakkak yaptırmam lazımdı. Ama bu hiç de kolay değildi. Çünkü bunları yapan bir pastane bulamadım, butik pastaneler yapıyormuş. Aradım sipariş için geç kaldığımı söylediler. İşyerinde de mevzu benim hafta sonu olacak olan istenme merasimimdi. Ben kurabiyelerden bahsedince arkadaş bana pastane adresi verdi. Bu kadar olur yani. Hemen arayıp fiyatta ve eve teslimde anlaşıp sipariş verdim. Teki indirimli olarak 3 lira. Çok mutlu olmuştum. Bu da tamamdı. Bir ara kuaförüme uğrayıp randevumu da aldım. Nişan pastam için tanıdık bir pastaneye sipariş verdim. </div><br /><br /><div align="justify">Ve cuma günü annemler geldi. Ertesi gün ben hazırlayacağımız menü için bütün alınacakları, kıyafetimi, makyaj malzemelerimi alıp abime gittim. Makası, tepsiyi, örtüyü de unutmadım tabi. Abimin çocuklarını da annemlerle beraber diğer abime gönderdik, evde hazırlık yapılırken ayak altında olmasınlar diye. Bütün cumartesi pasta börek çörek yapmakla geçti. Hayatımda hiç bu kadar çalışmamıştım, mutfakta kalmamıştım. Tam 15 çeşit şey çıkardık. Öyle yorgundum ki hemen uyumuşum. Ertesi gün kalkıp doğru kuaföre. Kuaförde işim kısa sürdü, çıkışta pastamı da alarak eve geldim. Evde herşey hazırdı. Annemler, çocuklar gelmiş, herkes grantuvalet misafirleri bekliyordu. Buraya kadar heyecanlı değildim, çünkü koşturmaktan heyecanı unutmuşum. Şimdi içim pır pır, bildiğin heyecalıyım. </div><br /><br /><div align="justify">Çok bekletmeden geldiler. Tanışma faslından sonra ortamı ısıtmak için bir iki alakasız konuşma oldu . Sonrasında aile büyüğü su isteyip ardından "çocuklar birbirini sevmiş bize de onlara yardımcı olmak düşer, kızınızı oğlumuza istiyoruz" gibi laflar etti. Benim kulaklarım çınlıyor bu arada. Arada aşkıma bakıyorum terliyor mu ne? Babama sordular. Babam hayırlısı olsun diyip beni verdi. "Kızım biraz asabidir" bile dedi lafın arasında. Laf kalabalığından anlaşılmadı iyi ki, yoksa benim karizma yerlerde. Kahveleri getirdim, ama aşkımın kahvesine tuz koymadım. Koysaydım renk olurdu. Çünkü aşkımın yakın arkadaşı ve eşi de gelmişti. Bayan Fransızdı ve özellikle gelmek istemişti. Türk adetlerini öğrenmek istiyordu. Damada verilen tuzlu kahveyi görseydi iyi olurdu. Nitekim kız isteme adetlerinden. Yüzük takılma faslına geçildi. Eller öpüldü, mutluluklar dilendi. Kardeşimin unutkanlığının tutacağı gün tuttu. Asıl çekilmesi gereken yerlerde fotoğraf çekmeyi unuttu, bir kaç pozun dışında nişan fotoğrafım yok. Bu arada çocuklar benden heyecanlı, bir rahat vermediler desem yeridir. Hele bir tanesi kahveleri verirken, çikolata tutarken hep eteğimdeydi. Halamın gitmesini istemiyorum dedi. Yerim onu bennn. Neyse yüzük takıldıktan sonra ikramları çıkardık masayı donattık. Yaptığımız herşey çok beğenildi ya da beğenilmiş gibi yapıldı. Herkesin yüzünde tebessüm vardı. Bir ara babama kız vermek nasıl bir duygu diye sordular. O da "henüz vermedim, hala benim evimde" dedi:)) Babamı pek sevdiler. İkramdan sonra fazla kalmadılar ve kalktılar. Arabaya kadar geçirdik. Ben de bir rahat nefes aldım. Herşey istediğim gibi olmuştu. Masaya oturup bir güzel karnımı doyurdum, çünkü heyecandan hiç bir şey yiyememiştim. Beni isteyen büyüklerimiz eve gidince aradı, bizi çok güzel ağırladınız teşekkür ederiz gibisinden şeyler dediler. Ardından aşkım aradı teşekkür etti. Özellikle kurabiyeler günün en beğenilenleri arasındaydı. Amca kurabiyesini almayı unuttuğu için teyzeden fırça yemişti.<br /></div><br /><div align="justify">Nişanımda emeği geçen herkese teşekkür ederim. Lafımın yüzde sekseni küçük abimini eşine:)))</div><br /><div align="justify">Bakalım düğün koşturmacası nasıl olacak. İnşallah aşkım beni dinler de iki ayağımı bir pabuca sokturmaz. Şimdiden nikah tarihi almak lazım. </div><br /><br /><div align="justify">Mutluyum, darısı bütün bekarların başına:))))</div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-56351125451247462942012-02-16T03:02:00.000-08:002012-02-16T03:24:30.698-08:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgvVH1yd3Ak5DTRTYh-2pDlnNPf0fwm8gRIX189jzsq2OgADW_b8DquqZ7GiGKsOigx4G0gWw31S3G96VLkzOSCMEO4q9b3tea0YQSF5gpZkIWSXfa99RR3oGgieqao3JVqHeS8uLrSvHfG/s1600/melankoli-14.jpg"><img style="MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 276px; FLOAT: left; HEIGHT: 400px; CURSOR: hand" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5709692755308841346" border="0" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgvVH1yd3Ak5DTRTYh-2pDlnNPf0fwm8gRIX189jzsq2OgADW_b8DquqZ7GiGKsOigx4G0gWw31S3G96VLkzOSCMEO4q9b3tea0YQSF5gpZkIWSXfa99RR3oGgieqao3JVqHeS8uLrSvHfG/s400/melankoli-14.jpg" /></a><br /><br /><div align="justify"><strong>melankoli</strong></div><br /><br /><div align="justify">Lars Von Trier yaptığı filmlerle fark yaratan bir yönetmen bana göre. Ama Melankoli filmi beni melankolik yapamadı. Filmin konusu bir eleştiri yazısından okununca hoş gelebilir, hatta fantastik gelebilir. Fakat o kadar gereksiz sahnelerle dolu ki bir süre sonra bıkıyorsunuz. Bu konu beni ilgilendirmiyor diyebiliyorsunuz ve geçen her dakika filmden uzaklaşıyorsunuz. Seyirciyle arasındaki bağı giderek koparıyor, seyirciyi saramıyor, bir yerden yakalayamıyor. </div><br /><br /><div align="justify">Filmin sonunda bu filmden bana kalan duygu ne diye düşündüm. Olağanüstü gökyüzü görüntülerinin dışında bir şey bulamadım. Ya da bazı filmler vardır, o andaki modunuza göre anlama kazanırlar. Belki bana da öyle bir durum oldu. Bir hiçlik bir bıkkınlık duygusu oluştu. Sinematografik yönünü tartışmıyorum. Buna diyecek lafım yok ama film gelip benim bir yerime dokunmadı. Bana bir şey söylemedi. Zorlama bir sonuca da ulaşmak istemiyorum. Velhasıl Bir Zamanlar Anadolu gibi konu ve anlatım olarak mükemmel bir film değil, Oscar'da yarışması gereken bir film hiç değil. </div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-42009499976889394452012-02-12T02:33:00.000-08:002012-02-12T03:08:53.679-08:00<div align="justify"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5708201620076514322" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 250px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgxipqWQbfGNwbB9_hyRUrVI5QjDdnu5MpiMAdUnCkmfwyZs4Li4lJqHZK1uNgmUrDKCiMgxdFrBU7J3sG8Q9c6WMjuB9aZ4rNp4V0thbJ00upEUMvlgI-iHT8LkHC60A83qIEGUNfbsFv1/s400/masque6qg5jf8-250x300.gif" border="0" /><strong>empati</strong><br /></div><br /><br /><p align="justify">Nam-ı değer oyunum. Onu meydana getirmek tam bir yılımı aldı. Şimdi onun ete kemiğe bürünmüş halini görmek istiyorum. Bunu gerçekten çok görmek istiyorum. Devamının gelmesi için buna ihtiyacım var. Yoksa ötekiler gibi bilgisayarımın hafızasında unutulup gidecek. Oynanmasını görmek için bir yıl daha beklemek istemem. İçindeki şevkin kırılmaması lazım, sonra hevesim kaçıyor, kağıda kaleme dokunmuyorum. Herşeyin değerinin ambalajla ölçüldüğü zamanlardayız. Vitrin önemli, pazarlama önemli, çevre önemli, ilişkiler önemli. Bunların hiçbirisi ben de yok. Oyunun gerçek değeriyle kimse ilgilenmiyor. Neden bahsediyor, nasıl bahsediyor, iletisi var mı yok mu, oynanmak için mi, sadece eğlencelik mi, işte herneyse kimse bununla alakadar değil. Varsa bir tanıdığın oynanır senin oyunun. Trajikomedinin absürdü diye nitelendiriyorum "empati"mi. Benim olduğu kadar herkesin olsun istiyorum. Onu görücüye çıkarmak istiyorum. Sahnelensin istiyorum, istiyorum, istiyorum...</p>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-53465681918979849932012-02-04T02:26:00.000-08:002012-02-04T03:06:09.157-08:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhbjXF9S6dpaaKweEkFu6OUxQiSDh0-0CTLMffGxwsCpjxOO3buHxPUBUkdcpk6kQ4aJ31xr6r5JkNLiTbzBejBcQNU2sOvu7jMKfhIbK9h8FX_NbofEh7wceafxK6UxtBFk6wEbXHlI0rn/s1600/blog-yorum-yazmak.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5705233101028982322" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 362px; CURSOR: hand; HEIGHT: 331px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhbjXF9S6dpaaKweEkFu6OUxQiSDh0-0CTLMffGxwsCpjxOO3buHxPUBUkdcpk6kQ4aJ31xr6r5JkNLiTbzBejBcQNU2sOvu7jMKfhIbK9h8FX_NbofEh7wceafxK6UxtBFk6wEbXHlI0rn/s400/blog-yorum-yazmak.jpg" border="0" /></a><br /><br /><br /><div align="justify"><strong>merhaba blog,</strong></div><br /><br /><div align="justify">soğuk ve buzlu günlerin ardından ılık bir cumartesi gününden merhaba. 2012 yılının ilk yazısı bu. bayağı bir uzak kaldım blogdan. çoğu zaman bilgisayar bana ben bilgisayara bakıp durdum da yapacak, yazacak bir şey bulamadım. itiraf etmek gerekirse blog aklıma bile gelmedi. halbuki kendime -arkadaşların da dürtmesiyle- bir blog hesabı açtığımda ne kadar heyecanlanmıştım. neredeyse gazete de bir köşem olmuş kadar kadar sevinmiştim. (içimdeki yazarlık sevdası hep bir gün yüksek tirajlı bir gazetenin köşe yazarı olmaktan ibarettir. ama işte bende ki maymun iştahın da bir göstergesi bu.) Şimdiyse ilk günlerin heyecanından eser kalmadı, o kadar ki bir blogum olduğunu bile unutmuşum.<br /></div><br /><div align="justify">Dün akşam birden aklıma geldi bir bloga sahip olduğum. (hıı, şunu da unutmamak lazım. bir ara yasak gelmişti bloglara. ondan dolayı da kendini unutturdu yani.) Hemen tıkladım girdim. açıktı evet yasak kalkmıştı, belki çoktan kalkmıştı ama ben şimdi farkediyordum. Nasıl bir nostalji yaşadım anlatamam. eski fotoğraflara bakmak gibi. döndüm 3 yıl öncesindeki yazılarımı okudum, o anki duygularım ve hayatım aklıma geldi. Gözlerim yaşardı ağlayacak gibi oldum. ben öyle günlük falan tutan biri değilim. hayatın çok ayrıntısına girmeyen, biraz üstün körü yaşayan, hep ileriye bakan ve acelesi olan biriyim. Günlük tutanlara, anların tadını çıkaranalara, uzun uzun gözleri dalanlara da ayrı bir özenirim, imrenerek bakarım. işte dün onlardan biri oldum. öyle bakakaldım yazdıklarıma, neredeyse hepsini teker teker okudum. İnsan hafızası kötü şeyleri siler, iyi şeyleri hatırda tutarmış. güzelmiş o günler güzelll. ya da bugünlerden öyle görünüyor.<br /></div><br /><div align="justify">Yaklaşık altı aydır güzel günler geçirmedim, hem iş ve özel hayatımla ilgili. Özellikle iş hayatımda 80 darbesinin baskıcı ve statükocu zihniyetini birebir yaşadım desem ayıp olmaz. darbeye, baskıya, zülme dair bir şey yazarken yazdıklarımın hep kısır kaldığını, duyguyu veremediğmi düşünürdüm, çünkü öyle bir şey yaşamamıştım. empati kuramıyordum. ama eminim bugünlerden sonra yazdığım her şey çok daha güçlü ve durumu anlatır nitelikte olacak. artık yaşadım ve aktarmakta sorun yaşamayacağım. hayatta her zaman iyi tecrübeler olmaz, kötü şeyleri de tecrübe ederiz. iki yanlıştan bir doğru çıkaracağın inşallah. iyi bir yazar olacağım. </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">arkası haftaya:)</div><br /><br /><br /><br /><div></div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-60174374408962634682011-08-13T07:56:00.000-07:002011-08-13T08:32:57.383-07:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCHfvL81QtqQ7UmN2e0W7Neslp-8P18zlZKQEGocTylDbcixseZuVelP4b8jXFKV9F_go_Suzq89UmIFowOj_Ar7j4wK1o0Zu23gvOz6p1bcz8AeKwdng9UpcXZtSzLB8J9iQZWB6gryFd/s1600/17sjxo9.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5640363749935314050" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 320px; CURSOR: hand; HEIGHT: 271px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhCHfvL81QtqQ7UmN2e0W7Neslp-8P18zlZKQEGocTylDbcixseZuVelP4b8jXFKV9F_go_Suzq89UmIFowOj_Ar7j4wK1o0Zu23gvOz6p1bcz8AeKwdng9UpcXZtSzLB8J9iQZWB6gryFd/s400/17sjxo9.jpg" border="0" /></a>
<br />
<br />
<br /><div><strong>Kadına şiddeti bir an olsun unutturmayacaklar...</strong></div>
<br />
<br /><div align="justify">Gün geçmiyor ki yeni bir şiddetle sarsılmayalım. Şu günlerde şort olayını konuşuyoruz. Vay efendim o kadar kısa giyilirmiymiş, vay efendim çıplakmış, vay efendim ayıpmış. Belli adam sapık onu anladık ama otobüste bu duruma ses çıkarmayanlara ne demeli? Sen çıplaksın diye kızı döv, sonra da ben onu dövmedim kıimse de görmedi de. Ve gerçekten kimse görmesin, duymasın. Hepsi üç maymun olmuş. Bu nasıl bir toplum ahlakıdır, nasıl bir bilinçtir hayret etmemek elde değil. İlla ki ses çıkarmak için bizim başımıza gelmesini mi beklemeliyiz? O zaman iş işten geçmiş olmaz mı? Anlamıyorum, şu anki toplumsal psikolojiyi anlamıyorum. Ya da anlıyorum korku cumhuriyeti dedikleri bu olmalı. Özgürlük ve demokrasi lafı karaborsada . Güya gündemde, güya bir şey yapacaklar. Yaptıkları tek şey daha fazla şiddet için daha fazla ajitasyon, daha fazla kötülük için daha fazla gözaltı, tutuklama vs.</div>
<br />Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-34136598009751151262011-08-01T11:14:00.000-07:002011-08-01T11:41:19.712-07:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjeYEhBlyCIjUmYacl0rmMdaswkJZVwhXOY7AwjQ7STqmvya24nGgevO7wDI29cZcy3c0vcd49K2YFKIBqfw26tyyfBoJ8So5m_7uUg9A9nw4Xx1U52EupAD9-4WYFm2ismHgM-t0OJ-2ME/s1600/kad%25C4%25B1n.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5635959365783970722" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 323px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjeYEhBlyCIjUmYacl0rmMdaswkJZVwhXOY7AwjQ7STqmvya24nGgevO7wDI29cZcy3c0vcd49K2YFKIBqfw26tyyfBoJ8So5m_7uUg9A9nw4Xx1U52EupAD9-4WYFm2ismHgM-t0OJ-2ME/s400/kad%25C4%25B1n.jpg" border="0" /></a><br /><br /><div><strong>kadına şiddet mavalı...</strong></div><br /><br /><div align="justify">Son günlerde televizyonlardan sıkça duyduğumuz bir toplumsal sorun kadına şiddet. Aslına bakarsanız bunu ilk defa televizyondan duymadık, en yakınımzdakinin, kardeşimizin, annemizin, komşumuzun, teyzemizin yaşadığı durum bu. Fakat ne hikmetse şimdi dillendirilir oldu. Bu kötü bir şey değil ama bunun haberlere taşınması onun artık olmayacağı, biteceği anlamına gelmiyor. Her gün daha da artarak devam ediyor. Malum haberler artınca hükümette koyun halkın ağzına bir parmak bal çalıp, konuyla yakinen ilgileniyormuş gibi gözüküp bir tane imdat kolyesi diye bir şey icat etti. Absürdlüğün daniskası bana göre. Kadın bu kolyeyi boynuna takacak, eşinden dayak yiyince buna basacak ve yardım isteyecek. Hahahayattt! Kadın mor gözleriyle onu görüp basamaz, bassa da polis gelene kadar evden cesedi çıkar. Bizim polis olay olmadan zaten gelmez. Gelse de kapıda bekler ki adam işini bitirsin onlar da tutanak tutsun. Ben polislerin bu tavrına çokça şahidim, hem de görevim başımdayken aldığım tehdit ve hakaretlere bizzat şahit olmalarına rağmen. Öylece kulübesinde bekliyor, benim ağzım burnum kırıldıktan sonra o da memuriyet görevini yerine getirsin diye. Güya polis toplumun huzurunu sağlamak için var, güya haklarımızı korumak için var...<br /></div><br /><div align="justify">Bugün bir arkadaşım dün gece apartmanında yaşanan bir olayı anlattı. Tam da anlatmak istediğim şeyi örnekler nitelikteydi. Kadına şiddet ve polisler için düşündüklerim konusunda yalancı çıkmadım. Olay şudur: Gecenin beşinde üst kattan kadın iniltileri gelmeye başlamış, kadın hırıltılı nefes alıyormuş, çünkü ağzı bağlıymış. Cama çıkıp imdat dilemek istemiş, birileri ona engel olmuş, kapılar çarpılmış, kadın oradan oraya atılmış. Bir ara kadıncağız ellerinden kurtulup atmış kendini kapıya. Ama nafile daha apartmanın dış kapısına ulaşmadan üç erkek yakalayıp içeri tıkmış yeniden. Komşular polis çağırmış. Gelen polis kapıda adamla konuşmuş, arkasına bakmadan ve kadını onların ellerinden kurtarmadan çekip gitmiş. Şimdi bu panik kolyesi zımbırtısı, kahraman polis nerde? Kim uyduruyor bu yalanları? Ey halkım uyan!Kadınlar yemeyin bu mavalları. Kimbilir o panik kolyesi de 10 liradan sürülür piyasaya. Dayaktan nemalanan bir erkek kurar şirketi. İki tane de kendi evine götürür. Kanunu yapan da onlar uygulayan da. Tecavüzcüsüyle evlendirilme yasaları bu ülkede var. Hey gidi heyyy!!</div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-83203023632834994672011-07-31T12:21:00.000-07:002011-07-31T12:49:38.322-07:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8jU4Zf6tF6K1Dz1G52u7hgNzBQhhos2SNac-MsspTKJe_MROU3gBH6y_DgcEyok6hSQvt_3Uy85RBI0bzPHBC8IrKdH4okw_dHuTGzRygTF4D_qYYJ0AKajuPBOSIr9IIeN35IHrLqdLI/s1600/isvec-daglari.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5635605790623767314" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8jU4Zf6tF6K1Dz1G52u7hgNzBQhhos2SNac-MsspTKJe_MROU3gBH6y_DgcEyok6hSQvt_3Uy85RBI0bzPHBC8IrKdH4okw_dHuTGzRygTF4D_qYYJ0AKajuPBOSIr9IIeN35IHrLqdLI/s400/isvec-daglari.jpg" border="0" /></a><br /><br /><div align="justify"><strong>yurtdışına çıkacak olmanın tatlı heyecanı</strong></div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Evett, bir aksilik olmazsa iki hafta sonra yurtdışına çıkacağım. Yıllardır çok istediğim bir şeydi bu. Hele şu yeşil pasaportu bir alayım hemen gideceğim demiştim. Pasaportu alalı 3 ay oldu. Ve gidiyorum. Mutluyum. Kurduğum hayalin gerçek olma olasılığı bende çok düşüktür. Belki makus talihimi yeniyorum diye de seviniyor olabilirim. Çünkü hayatta istediğim şeylere sahip olamamış ve bundan dolayı hep polyannayı oynamak zorunda kalmış biriyim. Umarım bundan sonra herşey çok güzel olur, şeytanın bacağının kımış olurum.</div><br /><br /><div align="justify">İsveç'e gidiyorum bir aile dostumuza. Ama aramın gayet iyi olduğu, beni sürekli davet eden, hatta orada yaşama fikrini aklıma sokan biri bu kişi. Ben kendimi rahat hissetmezsem orası benim için cehennem azabına döner, bu husus çok önemli benim için. Onun evinde kalacağım, beni o gezdirecek, beraber yiyip içeceğiz. İnsan kendini yurtdışında daha da bir garip hisseder, bana kendimi evimde gibi hissettirmesi lazım. Daha gitmeden bu mevzu beni geriyor. Neyse. 15 günlüğüne gideceğim ve civar ülkeleri de gezeceğiz. Norveç, Fillandiya gibi. Oralar biraz bizim karadenize benziyormuş yeşillik açısından, o yüzden pek yabancılık çekmem. Tek ortak özelliğimiz de bu olmalı. Sosyal sistem ve haklar bakımından biz o ülkenin 5. liginde bile olamayız. Terör orayı da vurdu ama yılda terörün değişik biçimlerine yüzlerce kurban veren bir ülke için bu çok önemli olmasa gerek. </div><br /><br /><div align="justify">Gezmek için gidiyorum ama belki çok beğenirim ve kalırım. Kim bilir...</div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-78524978928048969412011-06-04T06:03:00.000-07:002011-06-05T02:49:22.997-07:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhPgHDUiKtk59Wug7rUr1ray1OzO3TKQiKIjkHFDw_e4ru8Go6SC4J46THN0djGOUkWH4RTVYcjCPLh3PnSdh2AJAhCaU8Q7I0KnxmAlorjDhKfds73Hbj9eseV0vIITyhGvlcQrc0-bF_K/s1600/ce.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5614354805383676178" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 120px; CURSOR: hand; HEIGHT: 115px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhPgHDUiKtk59Wug7rUr1ray1OzO3TKQiKIjkHFDw_e4ru8Go6SC4J46THN0djGOUkWH4RTVYcjCPLh3PnSdh2AJAhCaU8Q7I0KnxmAlorjDhKfds73Hbj9eseV0vIITyhGvlcQrc0-bF_K/s400/ce.bmp" border="0" /></a><br /><br /><br /><br /><br /><div align="justify">uzunnnn bir aradan sonra merhaba,</div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">bugün belli bir konu yok, öyle içimden geldiği gibi dökeceğim kelimeleri buraya. çoğu şeyi plan program dahilinde yaptık da ne oldu. sanki her istediğimz şeyde muvaffak mı olduk? karamsarlık çöktü üzerime. hayat yazılmış biz de onu oynuyoruz. bunu ezberden söylemiyorum. evet bunu görüyorum. bazı şeyleri ne kadar istersen iste olmuyor, bazı şeyleri de ne kadar istemezsen isteme yine oluyor. emek olmadan yemek olmaz dedik, çalıştık didindik. o sınavdan bu sınava o başvurudan bu başvuruya. neyse olmadı işte, ben de karamsar oldum çıktım. ne yazdığım oyuna, ne senaryolara bir son yazamıyorum, hiç bir şeyin sonunu getiremiyorum. yarım yamalak işlerle dolu bilgisayar. doktora yapmak istiyorum o lanet olası, başına leş kargalarının konmasını istediğim dil sınavından geçemiyorum, geçsem kadro yok diyorlar, kadro olsa sınavın barajını yükseltiyorlar. bir keşmekeş ki sormayın. hayatın hep gelişme bölümünde takılıyorum, sürekli bir aksiyon sürekli bir aksiyon sona bir türlü varamıyorum. sıkıldım çok sıkıldım. bir baktım yaş 35 e dayanmış. işte bu beni çok üzüyor. emellerime kavuşmadan yaş 35 olmuş. bazılarına çok gelmeyebilir hattta bana da çok gelmiyor ama işe girişlerde en son 35 diyor, işte buna sinir oluyorummm.<br /></div><br /><div align="justify">diyorum ki acaba roman mı yazsam, belli konusu olmayan, yaşadığımız anları kaydetmek gibi, bilinç akışları şeklinde, düzensiz, sırasız. postmodern mi olur ne olur biliyorum ama yazmak istiyorum hiç bir kurala, hiç bir kalıba bağlı olmadan. sonunu getiremem biliyorum ama olsun yazmak istiyorum. belki o da öyle yarım roman diye bir tür yaratır:) en azından bunu kim oynayacak bunu hangi tv ye satacağım diye derdim olmaz. biri basar da yayınlarsa sağolsun basmazsa da sağolsun. kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime:))</div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-52173550865525341442011-04-22T02:41:00.000-07:002011-04-22T02:42:34.597-07:00aaaa! blog açılmış! valla sevindim, çok yazmasam da:))Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-1039468821020352602010-10-30T02:31:00.000-07:002010-10-30T02:54:52.189-07:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjivAXAaCNju5p__5spfTTpggM6nsPO8JndZCt9Cy9fY-6UOuREPY-ldXabtPpslUfBvhZvwM2oBiUokiP53BcOLKmK4n5k2GTRwFBmwcbrsq9-xQdqdzfDPmtY4ajXNpMgwALoPYriNcgx/s1600/tembel.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5533775313717162738" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjivAXAaCNju5p__5spfTTpggM6nsPO8JndZCt9Cy9fY-6UOuREPY-ldXabtPpslUfBvhZvwM2oBiUokiP53BcOLKmK4n5k2GTRwFBmwcbrsq9-xQdqdzfDPmtY4ajXNpMgwALoPYriNcgx/s400/tembel.jpg" border="0" /></a><br /><div align="justify"><strong>Yüzyıllık tembellik mesaisini bu aralar benimle tüketiyor...</strong></div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Nasıl bu kadar tembel olabildiğime ben bile şaşırıyorum. Ki tembellikten son derece keyif alan birisiyim. Ama sınırı öyle bir aştım ki, geldiğim nokta da bu kişinin ben olduğuma inanamıyorum. Tembellik dediğin bugünün işini yarına bırakırsın, biraz fazla uyursun, derli toplu olmazsın, bir ay film izlemezsin, bir ay yazı yazmazsın, kös kös oturup zapping yaparsın vs. Oysa ben ne yapıyorum. Bunların karekökünü al, onu onla çarp ancak o zaman benim tembelliğime ulaşırsın. Burada saydıklarım benim tembelliğimin yanında devede kulak kalır. </div><div align="justify"> </div><div align="justify">Mesela bir senaryo hikayeciğim var, karakterler belli, yer belli, zaman belli, filmin adı bile belli. Ama ben iki satır bir şey yazmıyorum. Şimdi olmaz akşam, akşam olmaz gece, gece olmaz uykum var, sabah olmaz başka işlerim var diye diye bir senedir kalem oynatmıyorum. Kendimden utanıyorum. Rezillik diz boyu. Ya da film almışm geçen kıştan. Zavallılar dvdnin üstünde tozlandılar. İzlemeden de arşive kaldırmak istemiyorum. Onlara da yazık ettim. Bi de uzun zamandır niyetlendiğim ve habire o kişiler tarafından onlara gideyim diye taciz edildiğim kişiler var. Onlara da gitmedim, gidemedim tembellikten. Yaşlandım da acaba evden mi çıkmak istemiyorum onu da bilmiyorum. Kitap okurken bile gayet ağırdan alıyorum. Bir kitabı bir ayda bitiriyorum ya da bitiremiyorum. Böyle bir yavaşlık, acizlik, dalalet, tembellik olabilir mi? Bu duruma üzülmesem bir şey değil. Üstüne bir de üzülüyorum. Madem üzülüyorum kalk bir hareket göster hepsini yap di mi? Yok, yine yok. Sorunu tespit ediyorum, çözümü de söylüyorum ama uygulamaya sıra gelince bunları söyleyen ben değilmişim gibi hiç üstüme alınmıyorum. Buna da pişkinlki derler. Valla bana ne derlerse desinler herşeyi hak ediyorum. Kimse demeden ben söyleyeyim, özleştirimi de yapayım. Tembelim, pişkinim, rezilim. </div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-34085775164387458542010-10-22T09:27:00.000-07:002010-10-22T09:49:00.356-07:00<div align="justify"><strong>bugünlerde bana bir şey oldu...</strong></div><div align="justify"> </div><div align="justify">Kendimi bir gün iyi hissediyorum bir gün kötü. Depresyonda mıyım yoksa sınırında mı geziniyorum bilmiyorum. Başkasında bu halleri görsem ona bu tanıyı koyardım. Durduk yere psikopata bağlıyorum, susuyorum bir köşeye çekiliyorum, intikam planları yapıyorum. Biraz sonra sanki o planları yapan ben değilmişim gibi normale dönüyorum. Gülüyorum sohbet ediyorum eğleniyorum. Şu var ki bu gülüşler sahte. Aslında mutsuzum. Canım çok sıkılıyor. Gereksiz şeyleri kafama takıyorum. Sonra ben ne yapıyorum kendime diyip kendime çeki düzen vermeye çalışıyorum. Sana bir şey derlerse savunmaya geçme seni aciz sanmasınlar, direkt sert bir şekilde saldırıya geç ki bir dahakine cesaret edemesinler diyorum. Bazen yapıyorum bunu. Ama ben bu değilim, kinci değilim, saldırıyı çok sevmem. İnsanları incitmekten kırmaktan korkarım. Kavgada belden aşağı vuran biri hiç değilim. Kendimi kontrol etmeye çalışıyorum. Neyse hoşuma gitmiyor bu hallerim. Mutsuz olmaya da tahammülüm yok, hayatı kendime zehir etmek istemediğim gibi başkalarının da bana bunu yapmasına müsade etmek istemiyorum. Aciz gibi gözüktüğüm zaman kendime daha da sinir oluyorum. Şimdilik saldırı formülünü uygulamayı tercih edeceğim. Hiç bir türlü mutlu olamayacaksam bari onurumu kurtarayım. Bir gün fırsat benim elime geçtiğimde korkunç olacağım, acımayacağım. Bir yer edinmek istiyorsan acımayacaksın. Bugünlerde öğrendiğim bu!</div><div align="justify"> </div><div align="justify">not: Orhan Veli kendine havaları bahane etmişti ben de yeni işimi bahane edeyim bari.</div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-90956084792880919882010-10-20T10:21:00.000-07:002010-10-20T10:47:55.781-07:00<div align="justify"><strong>bahaneler...</strong></div><div align="justify"> </div><div align="justify">Uzun bir ara verdim bloga. Tam bir sebebi yok, biraz tembellik, biraz mekan değişikliği, biraz aşk, biraz meşk derken yazmak için isteğim olmadı, haliyle vaktim de olmadı. Ben biraz maymun iştahlıyım heralde, bir şeyi önce isterim, sahip olunca da hevesim kaybolur. Blog yazmaya da bir hevesle başladım ama gerisini getiremiyorum işte. Durdum. Bilgisayarda saatlerce boş boş vakit geçirdiğimde oldu ama bir türlü elim bloga bir iki satır bir şey yazmaya gitmedi. </div><div align="justify"> </div><div align="justify">Ayrıca uzun aradan sonra yazdığım ilk cümlelerin hep yukarıdaki gibi olduğunu farkettim. Türlü bahaneler, yazmamamın nedenleri. Nedense insan kendini sorumlu hissediyor, kendini bir tür günah çıkarmak zorunda hissediyorsun. Halbuki sanki blog yazmaya başlarken birisiyle her gün buraya yazı yazacağım diye bir anlaşma imzaladım. Canım ne zaman isterse o zaman yazarım di mi? Normalde böyle olması lazım, insan kendini baskı altında hissetmemeli. Keyfili keyifli yazmalıyım, ne zaman istersem o zaman yani. Ama o zaman da kendimi çok sorumsuz biri gibi hissediyorum. Bir blogun var, neredeyse bir yıldır aynı yazı ön sayfada sırıtıyor, görüntü kirliliği yaratıyor. Başkalarının göz zevkini bozmak istemem. Yazsam bir türlü yazmasam bir türlü. Sanırım biraz kendimi zorlarsam üstümdeki negatif enerjiyi atıp yazıların devamını getirebilirim. Bir gayret buna çalışacağım, kendimi onore edececeğim, gerekirse ödüllendireceğim.</div><div align="justify"> </div><div align="justify">Bakalım yapabilecek miyim? </div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-10739644483893410132010-05-23T03:45:00.000-07:002010-05-23T04:39:54.698-07:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-BYZUaOpngQ6sbBUo63tTArDmRm0RZkdbZR7prdvI0wDUJKtGGTG6MqzldxLPizJvyAN3oCpP5IlYN91OMfLRLxLPwXsyEXdwybbCcuFccZPrZSURt-F1MKqjwYEWEnfgryDT6dMlaUEe/s1600/ramize.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5474428749725258850" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 291px; CURSOR: hand; HEIGHT: 400px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-BYZUaOpngQ6sbBUo63tTArDmRm0RZkdbZR7prdvI0wDUJKtGGTG6MqzldxLPizJvyAN3oCpP5IlYN91OMfLRLxLPwXsyEXdwybbCcuFccZPrZSURt-F1MKqjwYEWEnfgryDT6dMlaUEe/s400/ramize.jpg" border="0" /></a><br /><div><strong>dinlence mi eğlence mi</strong></div><br /><div></div><br /><div align="justify">Uzun bir aradan sonra bu pazar evdeyim. Bir şaşkınlık hali var üstümde, ne yapacağım diye düşünüyorum. Birikmiş işlerimi mi halledeyim yoksa yatıp uzanıp bu nadide boş pazarın tadını mı çıkarayım. Bilemedim ben onu:) Yarım bırakılmış kitaplarım var onları tamamlayabilirim, kıştan alınmış izlenmemiş onlarca dvd filmim var, onlardan birkaçını izleyebilirim. Yazlık kıyafetlerimi ütüleyebilirim, bloguma bir şeyler yazabilirim. Ve de karaladığım senaryo fikirciklerimi tamamlayıp hikayelere dönüştürebilirim. Ya da hiçbirini yapmayıp biraz da karnım ağrıdığı için koltukta uzanırım zapping yapabilirim. </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Yoğun bir tempoda olup boş kalınca eşekten düşmüş sıpaya dönüyor insan. Her gün her gece sokakta olur mu insan? Gündüz işte, akşam o restaurant, o sinema, o cafe, o organizasyon, o kahvaltı, o park gezer durur mu insan? Gezer hem de öyle sersem sersem, uyuşuk bir kafayla günler aylar geçer kış biter yaz gelir farkına varmaz. Peki iş dışındaki vakit evde geçseydi günler aylar geçmeyecekti mi zaman farklı mı akacaktı? Yoo, zaman yine geçecekti, biz zamanı değil zaman bizi tüketiyor. Evde olunca canım daha fazla sıkılacaktı, belki kilo alacaktım, belki afaganlar basacaktı, belki asosyalleşecektim, ortamlardan uzak kalıp gündemi takip edemeyecektim. Gündem derken sanki moda ikonu, gece kuşu ya da ünlü televizyoncu gibi konuştum. Ama benim de kendime göre bir gündem bilincim var:) </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Bence ben boş gezmemişimdir dışarıda, muhakkak bana kattığı bir şeyler vardır. Bazen eski zamanı düşünürüm, hiç bir şey yapmadan geçirdiğim yılları bir robot gibi. Ama o boş anların bile insana kattığı bir şeyler var. Hiç bir an boş geçmiyor, iyi ya da kötü insana bir şeyler katıyor. Farketmeden hayat görüşünüz, bakış açınız, yediğiniz içtiğiniz, zevkleriniz, kıyafetleriniz, görüştüğünüz insanlar değişiyor. Ya da o anlar sizi şimdiki anlara hazırlıyor. O an kabul edemeyeceğiniz, asla yapmayacağım dediğim şeyler şimdi çok sıradan yapılabilen şeylere dönüşüyor. Eğer o anları yaşamasaydık şimdi bu günleri olgunlukla kabul edemezdik. Beyin bilgileri ya da görüntüleri işlemek üzere kaydediyor. Biz farkına varmadan o, arkada onları inceliyor, montaj yapıyor, yeni bir formata sokup ileride yeni haliyle karşımıza çıkarıyor. Yabancısı olmadığımız bu durumu bize kabul ettriyor. Bize sorsan çoktan unutmuşuzdur yaşadıklarımızı, gördüğümüz yüzleri. Halbuki onlar sandıktaki çeyiz gibi bir gün ışıl ışıl gün yüzüne çıkmayı bekliyor. İnsan beyni çok komplex, sırlarla, şifrelerle dolu. Her gün beni şaşırtmaya devam ediyor. </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Ya da bugün beyin kıvrımlarımın içinde gezintiye de çıkıp kafa patlatabilirim, hevesli gördüm kendimi bir iki satır yazmakla.</div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">ps: evde yaşayan tek çiçeğim menekşem mor çiçeklere boğulmuş</div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-53325459238677924322010-03-28T02:44:00.000-07:002010-03-28T06:11:26.815-07:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEix6sO8_7sMkLnU7HzH3gbxPFGZCmWvIZRTlcEZR-CI6tjtuJVj1Hb7Oll1MKK-1Yi7PidWRn2TNRBJRBz39qFSeBXCZpHxH0WimrhnDNyGTNHWC0ZLGxFB2BJlZmLWkYp2-102NVNqVV2-/s1600/horon1.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5453640621914346610" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 248px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEix6sO8_7sMkLnU7HzH3gbxPFGZCmWvIZRTlcEZR-CI6tjtuJVj1Hb7Oll1MKK-1Yi7PidWRn2TNRBJRBz39qFSeBXCZpHxH0WimrhnDNyGTNHWC0ZLGxFB2BJlZmLWkYp2-102NVNqVV2-/s400/horon1.jpg" border="0" /></a><br /><div align="justify"><strong>ve kemençe ve horon ve insan halleri...</strong></div><br /><div></div><br /><div align="justify">Bazı hafta sonları Kadıköy'deki yazar arkadaşım, master arkadaşım, can arkadaşım F. beni davet eder ve ben de müsait olduğum durumlarda bu davete icabet ederim. Her gidişimde daha vapurdan iner inmez kulağıma bir kemençe sesi gelir. Ve ben gayri ihtiyarı o sesi takip ederim, yaklaştıkça ritmi beni de heyecanlandırır, farkında olmadan kemiklerim oynamaya başlar. İskelenin sağ tarafında bir kalabalık varsa ve kemençe sesi geliyorsa anlayın ki orada gençler kendilerinden geçercesine horon oynuyorlardır, kalabalık bir seyirci eşliğinde. O ana her tanıklık ettiğimde ben de hep aralarına katılıp onlara eşlik etmek istemişimdir. Kanım kaynıyor, o ses, o ritim içimde bir yerde sürekli beni fişekliyor, "oyna oyna sen de oyna" diye beni dürtüyor. Kendimi tutuyorum, çantam var, ayakkabım müsait değil diye kenardan izlemekle yetiniyorum ama yine de arada omuzlarım sallanmıyor değil. Bazen ayaklarını, figürleri izlediğim kadar yüzlerini de izliyorum, onların kendilerinden geçişlerini, trans hallerini inceliyorum. Bu nasıl bir oyundur ki insanları bu kadar içten oynatıyor? Ruhlarında öyle bir yere temas ediyor ki bu ses, onlar bu sesi duydukları zaman neresi olursa olsun ortaya atlayıp hiç bir çekinme, utanma hissine kapılmadan rahatça oynayabiliyor. O sese zaafı olan, kendini o ses karşısında aciz hisseden biri olarak düşünüyorum bunun nedenlerini.</div><br /><div align="justify"></div><div align="justify">Mesela düğünde, piknikte, bir organizasyonda horon oynayabilirsiniz, orada ona göre bir düzenleme yapılmıştır, programda ona da yer verilmiştir. Bu anlaşılabilir bir şey. Ama güpegündüz yolda giderken ansızın bir kemençe sesi duyuyorsunuz ve insanların spontane şekilde horon oynadığını görüyorsunuz. Bir kişi oynamaya kalktı mı ötekilerde ondan cesaret alıp anında bir halka oluyorlar, sanki daha önce kareografisi yapılmış gibi, düzen ve nizam içinde. </div><br /><div align="justify"></div><div align="justify">Bazen aklıma geliyor. Bu insanlarda nasıl bir özgüven vardır. Kadıköyün en kalabalık yerinde kim olduğunu bilmediğiniz insanların karşısında evindeymiş, düğün dernekteymiş gibi kalkıyorsunuz ve horon ediyorsunuz. Muhtemelen o gün oraya hiç kimse oynamak planıyla gelmemiştir, yoldan geçerken tesadüfen sesi duyup oynamaya başlamıştır. Şimdi bu özgüven Türkiyenin başka hangi yöresinde vardır. Horon yerine orada insanlar halay çekerler mi, bir efe gösterisi yapabilirler mi ya da çayda çıra. Ben hiç tanık olmadım. Heralde oynalasalar "bunlar da burada ne yapıyor" diye bakanlar daha fazla çoğunlukta olurdu. Bu biraz da kişilik meselesi. Yani insanlar kolay kolay kalabalık önüne çıkıp bir gösteri sunmazlar bundan çekinirler, tepkilerden korkarlar. Maalesef Karadeniz insanında bu yok, ya da kemençe sesi daha ağır basıyor. Ellerinde olmadan kendilerini oyunun içinde buluyorlar. Bir doğulu cesaret edip o kadar kalabalığın önünde halay çekemez diye düşünüyorum. Karadenizlinin böye bir derdi yok, o memleketinden dün gelmiş olsun, İstanbul'un yabacılığını hiç çekmez, köyünde nasıl rahat rahat, kendine güvenli şekilde dolaşırsa burada aynı o şekilde dolaşır. O istanbul'u bir istanbullu kadar benimser, ayrım yapmaz, ideolojik olarak kendini bu topraklardan ayrı olarak görmez, hatta böyle bir durumda ilk kahramanlığa kalkışan kişi o olur. Samimidir, davranışlarını sergilerken altta kötü bir şey beslemez, bundan dolayı olabildiğince doğal olur ve kendini sevdirir, kendine yakınlık hissi uyandırır. Yine de kendine fazla güvenmek doğru değildir bana göre:))</div><br /><div align="justify"></div><div align="justify">Horon doğu karadenizin kültürel olgusudur. Birleştirici ve eşitleyici bir güçtür. Çocukluğumda kına gecelerinde ve düğünlerde horonlara tanıklığım olmuştur, hatta o yaşlarda oynamışlığım da. Benim horon kültürüyle bizzat tanışıklığım ilkokul üçüncü sınıfa denk gelir. Babam o zamanlar okul müdürüydü ve sınıf öğretmenimde okulun folklor hocalığını yapıyordu. Babam sınıfa girip o yılki folklor ekibine beni de kaydetti ve horon serüvenim böylece başlamış oldu. Üçüncü sınıflardan tek kişi bendim, diğerleri beşinci ve dördüncü sınıflardandı. Benim boyum kısa olduğu için (o zamanlar için geçerli bu) horonun en sonundaydım. Ablaların öğrenme becerisi ve takati bende yoktu tabi ama onlara yetişmek ve öğrenmek için hafta sonları bile çalışıyordum. Babaannem babama kızıyordu beni bu etkinliğe kattığı için, hoş karşılamıyordu kız çocuğunun oynamasını. Ama akşamları evde ya da hafta sonları teype bir kaset koyup beni oynatırlarken ilk izleyenim ve alkışlayanım arasındaydı. Onun da bu sese zaafı vardı. Çok bilirim hafta sonları kuzenlerimle biraraya gelip yaşlı kadınlara gösteri yaptığımı. Neyse işte ben horonu okulunda öğrenmiştim ve düğünlerde oyunu kurmayı hep benden beklerlerdi ve komutları benim vermemi isterlerdi. O zamanlarda horon daha az figürle oynanırdı ve genelde oyunda birlik yoktu. Yeni gelen nesil figürleri artırdı, kareografi yaptı ve izleyeciye görsel bir şölen sundu. Mesela 23 nisan ya da 19 mayısta bütün köylüler, kasabalılar, yaşlılar, gençler bayram için yapılan diğer etkinlikleri değil, bizim oynadığımız horonu izlemeye gelirdi. Çok değişik bir atmosfer oluşurdu, herkes kendinden geçmiş, zevkten dört köşe olmuş, nefeslerini tutmuş şekilde horonu izlerdi. Yine köylerde kına geceleri olurdu ve bu kına gecelerine erkekler de katılırdı. Normalde tutucu olan insanlar kına gecelerinde kendilerini aşarlardı, tabi kemençe ve horon sayesinde. Kızlarla erkekler biraraya gelip pek konuşmaz, ortak bir etkinlik içerisinde olmaz, hatta bazıları erkeklerle konuşmayı günah bile sayardı. Ama bu özel gecelerde bir erkek beğendiği kızın koluna girip horon oynayabilirdi. Normalde kızın babası ya da abisi bu duruma kızması gerekirken horonun insanları eşitleyen gücü sayesinde kimseden ses çıkmazdı. Horon boyunca erkekler kızlara atma türküler içerisinde üstü kapalı aşklarını itiraf eder ve ortaya ditrambos şenliklerinde ya da karnavallardaki gibi bir özgürlük havası çıkardı. Bunların hepsi kemençenin o ilahi sesinden kaynaklanırdı. </div><br /><div align="justify"></div><div align="justify">Şimdilerde nerede bir kemençe sesi duysam ya da horon görsem anında algılarım o yönde açılır. Metroya girdiğimde oradaki kemençe yada tulum çalan adamın yanına gider, biraz dinler öyle giderim. O orada yokmuş, o ses hiç duymamış gibi yoluma devam edemem. Ya da televizyondaki kemençe sesine kulak vermeden, oynanan horonu izlemeden geçtiğimi hiç bilmem. Kulağım o sesi tanır ve beni alır çocukluğuma götürür. Ben çocukluğumda bunu öğrendim, o kültür benim en küçük hücrelerime kadar işledi. Her kemençe sesi veya her horon iyidir diye bir şey yok. İyiyle kötüyü ayırmasını bilirim. Bunu kendime biraz hak olarak görüyorum. Çünkü benim kemençe kulağım ve horon bilgim var. Okulluyum da derim, o kültürle yoğrulmuşum da derim. Horonun insanları yerinde durdurmayan enerjisi bence bu kültürden uzak insanlara da yavaş yavaş bulaşmaya başladı. Bir gösterinin en çok izlenen bölümü genelde karadeniz horonu oluyor. O çoşku, o heyecan insanları sarhoş ediyor, tutsak ediyor. Horon bulaşıcı ve pozitif bir enerji dalgasıdır denilebilir bu anlamda.</div><br /><div align="justify"></div><div align="justify">Kendime, o ritim ve o ilahi sesi hep duymak ve performansını yaşamak dileklerini diliyorum. Benim aldığım hazzı başkaları alır mı bilemiyorum ama sizlere de iyi bir akçabaaat erkek horonu izlemeyi tavsiye ediyorum.</div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-50714324796328384722010-03-20T13:55:00.000-07:002010-03-21T08:22:35.543-07:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgQCcPg11EeiFJ83hBjbuOAxxE8gTTo2o9XTlacL5QbMZrXkbIMfn-xylmHuHiLoiL8i4iwzBU-drfFYoEJOFHEtNkfQPBt5KntMTe-K_QSnO7fOscsMrIIhrVKTJZicHuRaRK67RzN5Khf/s1600-h/DSC05627.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5451107084320786338" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 267px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgQCcPg11EeiFJ83hBjbuOAxxE8gTTo2o9XTlacL5QbMZrXkbIMfn-xylmHuHiLoiL8i4iwzBU-drfFYoEJOFHEtNkfQPBt5KntMTe-K_QSnO7fOscsMrIIhrVKTJZicHuRaRK67RzN5Khf/s400/DSC05627.JPG" border="0" /></a><br /><div><br /><br /><div><strong></strong> </div><div><strong></strong> </div><div><strong></strong> </div><div><strong></strong> </div><div><strong></strong> </div><div><strong></strong> </div><div><strong></strong> </div><div><strong></strong> </div><div><strong></strong> </div><div><strong></strong> </div><div><strong></strong> </div><div><strong></strong> </div><div><strong></strong> </div><div><strong>belgrad ormanında iki kız...</strong><br /></div><div>Benim pirelerin cirit attığı, sabahın erken saatinde, arkadaşım "lolo" aradı. "Hava güzel ben ormanda yürümek istiyorum, benimle gelir misin" dedi? Kör istemiş bir göz Allah vermiş iki göz misalı, hala uykuda olan halimle "evett"t dedim. Geldi beni aldı, saat 3 civarı belgraddaydık. Ne çok özlemişim ormanı, doğayı, toprağı, yerdeki kıştan kalma yorgun yaprağı... Yavaş yavaş yürümeye başladık, doğayı, havayı içimize çekerek...Bir yandan sohbet ediyoruz, bir yandan etrafı seyrediyoruz, gölü seyrediyoruz, kuşları izliyoruz...Tam manasıyla bir terapi durumu yaşıyoruz. </div><div> </div><div></div><div align="justify">Ben doğayı seviyorum, toprağı seviyorum, börtü böcek, yeşil benim içine doğduğum şeyler. Şanssız olduğumu söyler dururum ya, işin bu kısmını es geçmişim. Düşünmeden ettiğim laflardan birisi işte. Başkalarının isteyip de bulamadığı şeyin tam ortasına doğmuşum ben. Çocukluğumu yeşilin binbir tonunun içinde geçirmişim, ağaca tırmanmışım, dallarından tarzan misali uçmuşum, kızıl ağaç yapraklarından kendime şapka yapmışım, olmadı bazı yaprakların tadına bile bakmışım, derenin içinde yürümüşüm, ağaçtan kendime oyuncak evler yapmışım... Bunlar geldi aklıma orada yürürken ve tabi yaşlandığım. O güzel anıların üzerinden epey zaman geçmiş, hatıraları bile is kaplamış. </div><div align="justify"> </div><div></div><div align="justify">Bir ara yürürken kökünden kopup yere uzanmış koca bir ağaç gördüm. Koşarak ormana indim ve onun üzerine çıktım. Gölü oradan izlemek istedim. Arkadaşım arkamdan "gitme ayakkabılarına yazık olacak" diye seslendi, ama kimin umurunda. Enfes bir manzara; batan güneşin pırıltılıları gölün üzerine vuruyor, oradan da benim gözüme. Kuşlar suya konuyor, uçuyor, yerde mart çiçekleri mor mor açmış, ağaçlar yeşermeye başlamış. İzlemeye doyamadım.</div><div></div><div align="justify">Bu keyifli manzarayı bir müddet izledikten sonra geri döndüm, yola çıktım. Tekrar yürümeye başladık. Eski Türk filmlerinin çekildiği manzaranın önüne geldik, bir iki ediz hun, hülya koçyiğit esprisi yaptık. Bu manzaranın önünde kim olsa birbirine aşık olur. </div><div align="justify"> </div><div></div><div align="justify">Biz yüksekteyiz, göl alçakta ve yakınımızda. Hemen yoldan bir taş kaptım ve göle fırlatmaya başladım. Ama ne mümkün o kadar yakın mesafeden taşı göle düşüremiyorum. Bazen gücüm yetmiyor, bazen taş küçük gitmiyor, bazen de taş ağaçlara çarpıyor Taşı atamadıkça hırs geldi, yollardaki bütün taşları topladım, azimle onları atmaya başladım. Bir türlü tutturamadım. Bu arada bizden ilerde iki tane başı boş köpek görünce daha fazla ileriye gitmeyelim dönelim dedik. Benim gözüm yollardaki taşlarda. Bir yere geldik, baktım olmayacak aldım elime üç beş taş doğru ormanın içine, gölün yakınına bir yere. Sonunda muvaffak oldum göle taşı fırlatmaya. Bloggg diye bir ses geldi, o sessizlliğin içinde bu ses yankılandı, dalga dalga geldi kulağıma çarptı. Ses o kadar doğaldı ki. Bloggg. Böyle tok bir ses geldiğine göre taş gölün derin bir yerine denk gelmişti. Çok hoşuma gitti, bir daha attım, bir daha, bir daha... Arkadaşım hayretler içerisinde beni izledi. O istanbul kızı, ben trabzon. Beni anlamasını beklemiyorum ondan, hatta onun İstanbul'da doğup büyümesine üzülüyorum.</div><div align="justify"> </div><div></div><div align="justify">Baktı olacak gibi değil, ben deli gibi eğleniyorum. Bırakıp yanına gitmeyeceğim, o da girdi kurumuş yaprakların arasına, haşur huşur sesler arasında yanıma geldi. Tuttuğu gibi geri götürdü beni. Bu kez de yolun kenarındaki kuru yapraklar ilişti gözüme. Cebimden çakmağı çıkardım ve yaktım. Evet, test etttim gerçekten yanıyormuş:)) Lolo bir an geri döndü ve yaprakların tutuştuğu gördü, bir bana bir ateşe baktı. Koşarak geldi ve ateşi söndürdü. Ben de tırstım bir an. Aslında ormanın yanacak bir durumu yok, çünkü yerler daha ıslak ama belli de olmaz yani. Dedim "şimdi eve gideriz haberlerde belgradın yandığını duyarız". "Evet, ölürsün vicdan azabından" dedi. Ben de "yoo, istanbul da gideceğim başka orman kalmadı diye üzülürüm" dedim. Güldü lolo.<br /></div><br /><div align="justify">Bir baktık böyle oyalanırken 3 kilometre yürümüşüz, havada kararmaya başladı. Enerjimizi akıtarak, kendimizi şarj ederek demir aldık oradan. </div><div></div><div align="justify">Orman çok güzel, ağaç, yaprak, kuş, köpek, mart çiçeği çok güzel. İçim neşe doldu, bir tuhaf oldum. Keşke imkanım olsa ormanın içinde bahçeli bir evde günlerimi geçirsem. İnsan yaşadığını anlıyor, her uzvunun sana müteşekkir kaldığını görüyorsun. Soluduğun hava akciğerlerini mutlu ediyor, yürüdüğün yol bacaklarını mutlu ediyor, kalbin güzellikle dolduğu için mutlu oluyor, beynin enerjisini boşalttığın için mutlu oluyor...</div><div align="justify"> </div><div></div><div align="justify">Ayakkabılarım gayet iyi, hiçbir hasar yok. (bence onlar da mutlu, her gün gittkleri yerden farklı bir yer gördüler. şehir hayatı onları da sıkmıştı çünkü, hep asfalta basmaktan kötü enerji yüklenmişlerdi.)</div></div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-19613175891951800772010-03-16T13:28:00.000-07:002010-03-19T13:04:39.068-07:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGIFdBbrDLPHfWRpiKFt-oU5jD6jAPTEteMY6PFnspcLApiHaOaoHj0RvUjV9FyCPYb_IPZbhuoS4dQXu9Mxk5pK-cT8F2liFvTj5uPRaivfva1KLpt9HL-C58Mv8xBGnD0bp9paR6DLq5/s1600-h/6950495_komiks484.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5450438174383242706" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 286px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGIFdBbrDLPHfWRpiKFt-oU5jD6jAPTEteMY6PFnspcLApiHaOaoHj0RvUjV9FyCPYb_IPZbhuoS4dQXu9Mxk5pK-cT8F2liFvTj5uPRaivfva1KLpt9HL-C58Mv8xBGnD0bp9paR6DLq5/s400/6950495_komiks484.jpg" border="0" /></a><br /><div><div><div><div><strong>tebdil-i mekanın havadisleri...</strong></div><br /><div align="justify">Dün işyerimdeki bir sohbet konusundan bahsetmek istiyorum. Aslında her gün buraya yazacak kadar değişik muhabbetlerle karşılaşıyorum. Hepsi tecrübeyle sabit, kıssadan hisse şeyler. Yeni arkadaşlarımın bir çoğu tabiri caizse dini bütün insanlar, en azından şekil itibarıyla öyle gösteriyorlar. Bu durum ilk başta çok tuhafıma gitti, fakat giderek alışıyorum. Öyle bir grupla beraberim ki bu dini bütün gibi gözüken arkadaşlar çoğunlukta ve ben istediğim gibi özgürce konuşamıyorum. Hem konuşacağım şeylerin konusunu bir daha düşünmem gerekiyor, hem adab-ı muaşerete dikkat etmem gerekiyor. Müstehcen şeyler konuşmamalıyım, mizahı anlamayıp bana yargısız infaz yapabilirler. İdeolojik olarak kendimi ön plana atmamalıyım, aslan yürekli rişar olmaya gerek yok. Gereksiz yere devrimci komünist damgası yerim. Ki ben sınırlarda gezinen, çok keskin düşünceleri olmayan biri olarak bu damgayı bu ortamda kesin yerim.<br /></div><br /><br /><br /><div align="justify">Ortada bahsi geçen mevzuyla ilgili bir fikrim oluyor mesela. Ya bunu nasıl söylesem de burada normal bir insan olarak algılansam diye düşünürken, bir bakıyorum söyleyeceğimi unutmuşum, keyfim kaçmış, enerjim düşmüş. Ben öyle hesap ederek, düşünerek konuşan biri değilim ki. Genelde sözcükler dilimden doğaçlama çıkar, etrafı çok dikkate almam ve ilk düşündüğümü önce söylerim. Böylece beni tanımayan insanlar da anında benim hakkımda yanlış bir izlenme kapılabilirler. Bu çok mu önemli? Evet şu durumda önemli. Çünkü her gün sekiz saatim onlarla geçiyor. Huzursuz biri değilim, etrafa huzursuzluk vermek istemem, huzursuz edilmek de istemem. Kemiği olmayan bir dilim var ve maalesef onu burada tutmak zorundayım. En azından bir süre daha.<br /></div><br /><br /><div align="justify">Durum çok iç karartıcı. Yanlış bir imaj çizmemek için debeledip durdum ilk günlerden beri. Ama canıma tak etti. Ben bu değilim çünkü. Yavaştan yavaştan kendime geliyorum. Dilim çözülmeye başladı. Yavaş yavaş alışacaklar bana. Önce tuhaf tuhaf baktılar söylediklerime, olayları yorumlayışıma şaşırdılar. Mesela herhangi bir olayı ben hemen belden aşağı muhabbete getirip, müstehcen bir kelime kullanmaya gerek kalmadan kafalarda şimşek çaktırabilirim. Niye böyle bir şey yaparım? Sebebi yok ama işin komiğini buradan çıkarmayı seviyorum ve her kim olursa olsun belden aşağı muhabbete gülüyor ve akıllarda kalıcı oluyor. Ya da tam tersi çok bilimsel açıklamalar da yapabilirim. Güncel hayattan örnekler verip genellemeler yapabilirim. Bir anda arşa çıkarıp bir anda yerle bir edebilirim insanları. İnsanların akıllarında kalsın diye söylediklerimi mimiklerimle oynayabilirim. Orada tanıdığım beyin gücü insanlarına anında bir lakap takabilirim ve onları taklit edebilirim, kişilikleri hakkında psikolojik bir açıklama getirebilirim. Beyin gücünü anında yerip dibine batırıp, karizmalarını sıfırlayabilirim. (Laf aramızda bir tanesini fena benzeteceğim.)</div><br /><br /><div align="justify">Bu durum iş gücünün hoşuna gidiyor, onların içlerinden geçirip de söyleyemedikleri şeyleri ben rahatlıkla söylüyorum, dillerine tercüman oluyorum. Rahatlığıma şaşırıyorlar ama çok da hoşlarına gidiyor. Bir espriyi yapmak için onu yaşamak gerekmiyor, önemli olan onu anlatırken yaşanmışlık etkisi vererek karşı tarafa bunu gerçekmiş gibi yaşatmaktır. Aynen öyle yapıyorum, doğaçlama yapıyorum, şivelerle süslüyorum, tecrübelerimi ardı sıra sıralıyorum. Böyle bir muhabbette bunlar benim söylediklerime nasıl tepki vereceklerini şaşırıyorlar. Sonra içten içe kıkır kıkır gülmeye başlıyorlar. Akıllarından benim hakkımda kötü düşünceler geçiyor bir yandan, bakışların bazıları böyle gelmeye başladı çünkü. Onların akıllarını okuyabiliyorum ve sonrasında aynen içlerinden geçirdiklerini pat diye espriyle karışık yüzlerine söylüyorum. Onları ve tepkilerini izlerken acaip zevk alıyorum. İnsan psikolojisi, sosyolojisi, antropoljisi ne kadar insana dair bilim varsa hepsine dair bilgilere ulaşabilirsiniz bu ortamlarda. </div><br /><br /><div align="justify">Dün toplu ibadettten konu açıldı. Malum burası hacı hoca takımı bir yer. Ben de çocukluk anılarımdan bahsedip bunları biraz güldüreyim, biraz da dinle dalga geçilebileceğini onlara göstereyim dedim. Çocukken annemin beni teravih namazına götürdüğünde, benim namazda gülüp namazı bozduğumdan, kadınların sesli dua okumalarıyla dalga geçtiğimden, başımın kadınların eteğinin altına girdiğinden söz ettim. "Daha o zamandan ne mal olacağın belliymiş, seni gidi beynamaz" dediler. Ama gülmekten de kendilerini alamadılar. Sonra yaz tatillerinde camiye gittiğimde dersi nasıl kaynattığımı, arkadaşlarımın yün kazaklarından kopardığım tüyleri havada üflerken birden başımda hocanın sopasını parçalanmasını, eşarplarımızı birbirine bağlayıp sonra çözemeyişimizi, ayakkabılarımızı saklamamızı ve dualara kendi dilimizde cümleler ekleyip onlarla dalga geçtiğimizi anlattım. Herkesin çocuklukla ilgili anıları aşağı yukarı böyledir, bunlar da benimle aynı süreçten geçmişlerdir muhakkak. Aslında insanlar bana gülerken bir taraftan kendi çocukluklarına gülüyorlar. </div><br /><br /><div align="justify">Bugün de yüzme sporundan söz açıldı. Ben de havuza gittiğimden falan bahsettim. Hatta bir arkadaşa "gel beraber gidelim benim gittiğim havuz gayet güzel, hocalar güzel, bir kere karma, haremlik selamlık değil bu sebeple oldukça eğlenceli" dedim. Arkadaş "çok güzel gelirim o zaman" dedi. Bunun duyan bir başkası bana kötü bir bakış attı, "kötü kadın müzeyyen bunu da yoldan çıkaracaksın, bir eyüpe gidin de tövbe edin, siz böyle nelerden bahsediyosunuz" dedi. Biz de bastık kahkahayı. Böyle tepkiler alınca ben daha da üstelerine gitmeye başladım. "Eyüp'de bir sürü tesettürlü bayan var, demek ki çok günah işlemişler, şimdi tövbekarlar öyle mi?" Hemen "günahın çeşitli şekilleri vardır, doğrudur tövbeye gitmişlerdir" diye bana cevap verdi. "Ve uzatmadan sen de bir an önce git "dedi. Ben de "yaa biraz daha toplayayım, boş yere meşgul etmeyeyim, gittiğimde toptan tövbe eder, defteri yenilerim" dedim. İşin komiğini çıkarmaya bayılıyorum. Yine güldüler ama tuhaf bakışlarını hala üzerimden alamadılar. Çok çalışmam lazım çok. </div><br /><br /><div align="justify">Yeni mekanın atmosferi yaklaşık böyle, ortamın böyle olacağı hiç aklıma gelmemişti. Farklı bakış açılarına sahip insanlarla olmayı tercih ederim de bir taraftan. Kendimi aynada görmekten ziyade başka aynalarda bakıp başka insanlar görmek benim açımdan besleyici bir durumdur. Bu beni zorlar, ben zorlandıkça araştırmaya, bulmaya, oradan yeni bilgilere, yeni verilere, yeni sonuçlara ulaşmaya çalışırım. Sürekli bir beyin fırtınası hali.</div><br /><br /><div align="justify">Çok değişik konular geliyor gündeme. Ara ara paylaşacağım bunları sizlerle. Hadi kalın sağlıcakla...</div></div></div></div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-58946374623721087592010-03-07T04:14:00.000-08:002010-03-07T05:09:06.696-08:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPxVJs6akoA_3OxzWE8EMSZ_LCcOHZ98KJWW6UgGoyB3JWjJQqeY63mTYEVcysiHcVHeRXeTA5pH6GwPy2zS-ucYTQw-lgRJB3k8WVLrvZBE9z8VQoiRssvcnSdvAIsLEQd37s_vqBUq_w/s1600-h/151.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5445878247212984818" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 265px; CURSOR: hand; HEIGHT: 320px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPxVJs6akoA_3OxzWE8EMSZ_LCcOHZ98KJWW6UgGoyB3JWjJQqeY63mTYEVcysiHcVHeRXeTA5pH6GwPy2zS-ucYTQw-lgRJB3k8WVLrvZBE9z8VQoiRssvcnSdvAIsLEQd37s_vqBUq_w/s320/151.jpg" border="0" /></a><br /><div><strong>Acemilik...Ustalık...</strong></div><br /><div></div><br /><div align="justify">Bendeki tembelliğin boyutunu konu alan yazıyı daha önce yazmıştım. (neden bu kadar ara verdiğimin sebebi diye lafa böyle girdim). Bayağı bir ara verdim, canım da yazmak istemedi açıkcası. İşimi değiştirdiğimi söylemiştim, adapte olmaya çalışıyorum, evet çok çalışıyorum. Acemilik var tabi, kaba hatlarıyla bildiğim bir iş ama daha önceki işimin yanında bu, biraz ince iş. Detay çok, farklı bir alan, farklı enstrümanlar, en önemlisi farklı insanlar. Ki bu son söylediğim aslında işin en önemli kısmı. İş değil huy öğreniyorum. Her yiğidin yoğurt yiyişi farklı derler ya, aynen öyle. Bunun yanında bu yiğitler bir de kendilerini dünyanın en özel, en zeki insanları sanıyor. Bir ego var ki olayın içinde sormayın gitsin. Benim gibi, insanları anında boka sokup çıkarmakta usta olan, hatta bundan zevk alan birisi için bu çok sancılı bir durum. Tanımıyorum onları, kim neye ne tepki verir bilmiyorum, iş ne kadar ciddi olursa olsun ortamı yumuşatmakta maharet sahibi olarak ben susmak zorunda kalıyorum. Görülmemiş bir şey. Ama işte hayat bu, ne zaman başınıza ne geleceğini bilmiyorsunuz, kişiliğinizi baskılamak zorunda kalabiliyorsunuz. Bazen bu kıçları kalkmış insanların aslında ne acuze yaratıklar olduklarını onlara bizzat göstermek istiyorum. Sabrediyorum, ama sonunda volkan gibi patlayacağım. Eğer insaflı birine denk gelirsem ve meramımı anlatabilirsem, tabi ki iyi kıvırabilirsem oradan şutlanmam. Yoksa bu volkan patlarsa onlar da beni patlatır. Benim gibi dilinin kemiği olmayan, laf söylemekte insan ayırt etmeyen birisinin orada tutunması zor. Bu insanlar kendilerine yukarılarda, başka gezegende köşkler satın almışlar, oradan biz dünyadaki zavallı insancıklara arada bir selam verme alçakgönüllülüğünü gösteriyorlar. Alacağım hepsinin paçasının aşağıya:))</div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Bunlar işin esprisi ama gerçeklik barındıran espriler. Şimdi ben buraya ilk başladım, eşekten dönmüş sıpaya döndüm. Bir tuhaf oldum, yıllarımı verdiğim işyerinden ayrılıp, hiç tanımadığım bir yere gidip işe başla.dım Arkadaşlar çok sıcak karşıladı beni, insanın iş arkadaşı ancak bu kadar iyi olur, o derece yani. Bana hiç acemilik çektirmediler, ki bu duygu çok kötüdür, ilk işe başladığımda bu duyguyu çok yaşamışımdır, tavsiye etmem. Yıllar insanı palazlıyor, burada öyle bir şey hissetmedim, işi bilmediğim halde. Gerçi sakın bana acemi muamelesi yapmayın, ben çömez değilim, işe yeni başlamadım diye sevimli bir uyarıda bulundum. Esprinin altındaki ince nükteyi anladılar ve ona göre davrandılar. Çok yardımcı oldular. </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Burada insanlar gerçekten çalışıyor. Benim eski işyerimde insanlar işten çok laf üretirlerdi. Burada gerçekten çok iş var, işin ucu bucağı yok. Bu yüzden kimse kimsenin kaşıyla gözüyle ilgilenmiyor. İş çok ama adil bir sistem var. Ben acemi olduğum için yoruluyorum, öğrenmeye çalıştığım için hem beynim hem bedenim yoruluyor. İşi öğrendikten sonra rahat. Benim sıkıntım biraz da bu. Öyle bir yapım var ki hopp herşeyi bir anda öğrenivereyim istiyorum. Bir tezcanlılık, bir heyecan ki sormayın. Arkadaşlar çok sakin ve rahat olduğumu iddia ediyorlar ama içimdeki aksiyondan kimsesin haberi yok. Bi de ben yaptığım işle, öğrenirken yaşadığım süreçle ilgili kendimle dalga geçiyorum. Bunlar da beni rahat sanıyorlar, kendimi eleştirmem onlara bunu ifade ediyor. Halbuki içimdeki aksiyonu dışa atmaya çalışıyorum kendimi eğlendirerek bu gerginlikten kurtulmaya çalışıyorum. Kendimi iyi biliyorum, neyi yapıp neyi yapmayacağımı, bu biraz da olgunluk ve meslekte pişmekle alakalı. Öyle çok tedirgin olmuyorum, ucunda ölüm yok ya. Bir an önce öğrenmek isteyişim bir an önce işin rahat kısmına geçmek, ezberden de o işi yapabilmek için. Bazen sıkıştığımda benim de başka yeteneklerim var diyorum. Onlar spesifik bir alanda uzmanlar ama benim uzmanlıklarım onlardan çok. Onlar bunu biliyor ve yeri gelince beni takdir ediyorlar. Olaya çok iyi adapte olduğumu söylüyorlar. Ben öyle dolduruşlara gelmem ama. Bunlar bir an önce işi bana öğretip kendi köşelerine çekilmek istiyor. Ama yemezler, "hayır ben daha öğrenmedim, herkese uygulanan sistem bana da uygulansın" diyorum. Kahraman olmanın iyi olmadığı bir iş çünkü. Ben o çarktan yıllar önce geçtim. </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Bahsettiğim üst insanlar, arkadaşlarımın dışında olanlar. Onlar işin beyin kısmı, biz iş gücüyüz. Hepsinin maskesini düşüreceğim, yola getireceğim onları. Onlar daha beni tanımıyor. Ben de acele etmiyorum kendimi tanıtmakta. Bir iki kez kendimi tutamadım konuştum. Şimdi o kişiler peşimde dolanıyor, bizim odaya gelsene, gel bir iki konuşalım diye. Yüz vermiyorum. Aslında bir taraftan da hikaye topluyorum, senaryolarım için ilginç tipler var burada. Umarım işler hep rayında gider, sorun olmaz, hayat güzel olsun, insanlar güzel olsun, herşey güzel olsun...</div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">İşin özeti bu: farklı insanlar, farklı atmosfer, yolu bile farklı...</div><br /><div align="justify"></div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-49665795853766386752010-02-24T11:39:00.001-08:002010-02-24T11:51:33.918-08:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgA-SVUHxvHGvyW4C5GcguvmSkOvxgROMURuIuwH5wi9sc1tdY9auwQVLUHREkOHy1AFbl6rtevh4ngr5f8PLeRj88_dAvtTkyQHe-pejD0YFUaIHW8oRktwa31EWSHH87JrR-qXlLsFLDh/s1600-h/n_315949b07052989fa984b82eb76024246e_70dfc.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5441900016927324434" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 313px; CURSOR: hand; HEIGHT: 320px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgA-SVUHxvHGvyW4C5GcguvmSkOvxgROMURuIuwH5wi9sc1tdY9auwQVLUHREkOHy1AFbl6rtevh4ngr5f8PLeRj88_dAvtTkyQHe-pejD0YFUaIHW8oRktwa31EWSHH87JrR-qXlLsFLDh/s320/n_315949b07052989fa984b82eb76024246e_70dfc.jpg" border="0" /></a><br /><div><strong>Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor...</strong></div><br /><div></div><br /><div align="justify">Yeni işine alışmak ve yeni şeyler öğrenmek onu dağıttı. Bir türlü kendine gelemedi, yeni yaşamına ayak uyduramadı. Her yaşta öğrenilecek şeylerin olduğunu tekrardan öğrendi. Ama yanlış anlaşılmasın yüzündeki gülücük aynı seviyede devam ediyor, laf aramızda enerjisine de diyecek yok. Yakında yeni yazılarıyla burada. Onu izlemeye devam edin.</div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-81647032434228623072010-01-23T09:44:00.000-08:002010-01-23T12:27:27.985-08:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhFWg5t0kzQOLRqGaQM6m_KS3KOPIqpeUzeHUFeM9X1iOvEFrJUWJa5w0rx40cH3-rq4AptTBQJUjsDWvyvgL53fHBxCKZJgVFKSFuikjxbHn-xupf6xHGNfOWlIGZi7dg9XhyS9eS7ycOA/s1600-h/yurttan-kar-manzaralari-24_b.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5430017152334993442" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 320px; CURSOR: hand; HEIGHT: 192px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhFWg5t0kzQOLRqGaQM6m_KS3KOPIqpeUzeHUFeM9X1iOvEFrJUWJa5w0rx40cH3-rq4AptTBQJUjsDWvyvgL53fHBxCKZJgVFKSFuikjxbHn-xupf6xHGNfOWlIGZi7dg9XhyS9eS7ycOA/s320/yurttan-kar-manzaralari-24_b.jpg" border="0" /></a><br /><div align="justify"><strong>bu havada ya sıcak bir ocak ya sıcak bir kucak...</strong></div><br /><div align="justify"><strong></strong></div><br /><div align="justify">Sabah uyandığımda saat on buçuktu. Abim akşam bende kalmıştı. Kahvaltıda ne hazırlayayım diye düşünmeye başladım. Zaten hafta sonları fazla yatak keyfi yapmayı sevmem. Daha da erken kalkabilirdim ama bugünün karlı bir gün olacağını dün akşamdan biliyordum, dışarı çıkamayacaktım, gece bu bilgiyi bilinçaltıma sıkıştırıp uyumuştum. Yatakta şekerleme yapmaktan da pek hoşlanmadığım için kalktım salona geldim, bilgisayarda biraz oyalanayım dedim. Kahvaltı için erken bir saatti. Abim bu saatte kalkmaz, gece beşte yatmıştı çünkü. Bir iki haber okudum, maillerimi kontrol ettim, facebook, twitter baktım. Biraz zaman geçti, mutfağa geçip çayı koydum ve ekmek almak için dışarıya çıkayım dedim. Dışarıya bir göz attım ki göz gözü görmüyor kar fırtınasından. Camı açıp başımı dışarı uzattım. Öyle bir fırtına sesi geliyor ki , önünde olsam kesin İstanbul dışına bir yere atardı beni. Dedim ayağıma taş bağlayıp da mı çıksam acaba. Kilom azdır, allah muhafaza bir uçarsam en yakın nereye konarım kimbilir. Gerçi havada donarım büyük ihtimalle. Sonra küt birinin başına. Keşke dün akşamdan ekmeği alsaydım diye geçirdim içimden. Baktım olacak gibi değil, evde bir dilim ekmek yok, mecbur gidip alacağım. Kuzey kutbuna gider gibi üstümü giyindim ve çıktım. Bir uyurgezer gibi etrafa dokunarak ve gözümü açmadan markete girdim. Aynı hızla ve teknikle geri geldim. Güzel bir kahvaltıdan sonra abimi dışarı attım, bu kadar misafirlik yeter diye. Sonra evet sonra ev bana kaldı. Fimleri elimden geçirdim hangisini izlesem acaba, bir iki tane seçtim. Biri "aşk rekabetten doğar" , ki film bozuk çıktı. Bir kere daha küfrettim eminöndeki korsan dvdcilere. Ucuz etin yahnisi kötü olur derler. Neyse ikinci film "coco chanel". Güzel bir filmdi, audrey'in performansı iyiydi fakat vasattı bir yandan. Bu yıl en iyi kadın oyuncu dalında oscara aday gösterilmiş. Bilmiyorum ama oscarı da çok önemsediğimden değil ama öyle ödül alacak bir oyunculuk performansı görmedim. Sıradandı, ne içsel ne dışssal bir aksiyon gördüm. Bir biyografinin filmi ama ben dramatik aksiyonu her zaman önemsemişimdir. Avam zevkimden mi bilemem. </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Ara ara dışarı göz atıyorum. Çocuklar mutluluktan dört köşe olmuş, kartopu oynuyorlar, poşetlerin üzerinde kayıyorlar, çığlık atıyorlar. Beni camda gördüklerinde bana da gel gel işareti yaptılar. Camı açtım, allahım buz gibi bir hava yüzüme vurdu. Onları izlemek zevkliydi ama çok soğuktu, dondum. Camı kapatıp battaniyenin altına geri döndüm. Bu buz gibi soğuğu görünce iyi ki sıcak bir evim var dedim. Allah evsizlere, sokak çocuklarına, fakirlere yardım etsin. Benim eski işyerimde bir şefim vardı. Bir gün, hava bir yağmurlu, bir soğuk ki dışarı adım atılmıyor. Ve bu abi camdan bakarak, ilk defa ondan duyduğum bu özlü sözü söyledi. "Bu havada ya sıcak bir ocak ya sıcak bir kucak". Onu buradan saygıyla anıyorum. </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Şimdi diyorum, sıcak bir ocağım var ama şu yıllardır özlemle beklediğim sıcak kucak da olsa fena olmazdı. Bu yılki ümitlerimi ayın onüçünde yiyip rüyaya yattığım çöreklere bağlamıştım ama yine fos çıktı. Yine ters köşeye yattım. Oysa öyle bir heyecanla yemiştim ki onları. Ben normalde her gece binbir rüya görürüm. O gece de ara ara uyanıp ne gördüm ne gördüm diye uykulu halimle aklımı başıma toplamaya çalıştım. Bir taraftan rüyalarımı hatırlamak, bir taraftan da işe yarar içinde erkek olan rüyaları ayıklamak için uğraştım. Bu da değil diyerek tekrar uykuya daldım. Olmadı bir daha. Derken sabah oldu. Uyandığımda benim brad pittimden eser yoktu bu rüyaların hiçbirinde. Garip bir durum vardı ama. Onun kankası gece boyunca rüyalarımda fink atmıştı. Gece uykulu halimle onun varlığıyla ilgilenmedim. Ne de olsa benim görmek istediğim başka biriydi. Sabah tekrar gözden geçirirken bir de baktım ki bu bütün gece benim yanımdaymış. Ve tam da çörekleri yiyip görülecek rüya cinsinden. Bana bir şey vermişti. Bu alada kolotu geleneğine göre yanındaki erkeklerden hangisi sana su ve benzeri bir şey verirse o evleneceğin kişi olacaktı. Kafama birden dank etti. Nolcaktı şimdi. Bunu hiç düşünmemiştim. O değil kankası. Ve eğer bu gelenek doğruysa, bir gün ben bu herifle evlenecektim. O ve kankası hep birlikte, her ortamda... Ve O, hep benim gözümün önünde. Ne zor bir durum. Bence ben rüya değil kabus görmüşüm. Böyle bir evlilik yapmak istemem. Dağlara taşlara yarabbim. Diyelim ki, kara kaderim kör talihim, aklım başımda değilken kankasına evet dedim. Sonrasını düşünemiyorum. Oyun oyun bir yere kadar, sıkılırım kendimi bir yerde açık ederim. "Ben seni değil onu seviyordum aslında, bu hep böyleydi ona aşıktım falan" derim. Bu lafa da adam çekip vurur beni, "vay seni gidi kahpe" diye. Anam, anam böyle bir son istemem ben. İnanmıyorum bu çöreklere. Allahın yanmış kömür olmuş çörekleri mi benim evliliğimi belirleyecek. Saçma bir şey. Bu sırf eğlence olsun diye eski insanların kendilerini eğlendirdikleri karnaval havası yarattıkları bir ritüel. Eskiden böyle özgürlük mü vardı, şehir mi vardı, kadının çalışması mı vardı, internet mi vardı, telefon mu vardı. İnsanların başka şansları yoktu, bu günlerde birbirlerini görüp seveceklerdi. Aşklarını birbirine söyleyemeyen gençler bu geleneğe sığınıp aşkalarını birbirlerine itiraf edecekti. Ben yapmadım miki fare yaptı gibi, "ben istemedim rüyamda gördüm, kısmetimmiş demek ki" diyerekten kerametlerine ermişler. Bu o günlerde geçerliymiş ama bugünlerde bunun yeri yok. Erkek hoşlanırsa gelir söyler, ki kızlar da artık açık sözlü naz yapmıyorlar, karşı taraftan beklemiyorlar. Dünya tersine döndü de bu gelenek mi dönmedi. Ben inanmıyorum, hiç inanmamıştım zaten. Benimki sırf eğlence olsun, muhabbet olsun diye idi. Bak gerçekten rüyamda onu görmedim diye değil, gerçekten inanmam öyle şeylere ben, batıl inanç yavrum onlar batıl inanç. 21. yüzyılda böyle şeylere yer yok. </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Koltukta, battaniye ve ben iyi bir ikiliyiz. Sıcak bir battaniye de sıcak bir kucak gibi olabilir, sarılır yatarsın. Elinde bir mısır patlağı kasesi, karşında güzel bir film. Tam bir kış sahnesi daha ne olsun. </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Not:Kömürleşmiş çöreklerin kerameti bir dahaki yıla kaldı. Bu kez beş on tane birden yiyeceğim, belki susarım da rüyalarımın gerçek prensi gelir:)))</div><br /><div></div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-34957272200096351142010-01-13T12:42:00.001-08:002010-01-14T12:35:46.893-08:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEglTm7idluCPxJlYGowir7F8USgTZ3tnt0SVeAXaf1QOadtyyM5RY8m1tepdOdeM9viE3YIK4xgk9_qdIrzbXOzeGQr-RFeuxdAxERzOyf7kwdIaZHi9kkzVxIXEQfHFiLHbzWrAMP61sEb/s1600-h/brad_pitt.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5426340778636665026" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 243px; CURSOR: hand; HEIGHT: 320px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEglTm7idluCPxJlYGowir7F8USgTZ3tnt0SVeAXaf1QOadtyyM5RY8m1tepdOdeM9viE3YIK4xgk9_qdIrzbXOzeGQr-RFeuxdAxERzOyf7kwdIaZHi9kkzVxIXEQfHFiLHbzWrAMP61sEb/s320/brad_pitt.jpg" border="0" /></a><br /><div align="justify"><strong>bu kadar tuzlu çörekten sonra susayıp rüya görmezsem böyle talihe ben ne derim!</strong></div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Bu akşam rumi takvime göre ya da tabiri caizse kocakarı yılının yılbaşı akşamı, yani yarın kalandarın biri olacak. Trabzon'un Köprübaşı ilçesinde ve daha başka ilçelerinde de bu akşama özel bir kutlama yapılır. Bunun bir rum geleneği olduğu söylenir. Bu akşam bir hanenin en büyük çocuğu ile bir hanenin en küçük çocuğu, bunların biri kız biri erkek olmak şartıyla toplanır. Bu iki kişinin yanına mahalleli de katılır ve yedi eve giderek un tuz su odun toplanır. Yalnız bu iki kişinin, bunları topladıkları süre boyunca hiç konuşmaması gerekiyor. Yanlarında giden kişiler evlerden toplanacak malzemeyi ister. Yedi evinde şöyle bir özelliği olmalı: O evin anne babası tek nikahlı olmalı, başlarından başka bir evlilik geçmemeli ve bu verecekleri un tuz su odun gibi şeyleri evin kadını kendi eliyle vermeli. Sonrasında erkek olan kişi toplanan odunlardan dört yol ağzında bir ateş yakar. Kız sırtı ateşe dönük elleri arkasında erkeğin döktüğü suyla bu topladığı un ve tuzdan hamur yoğurur ve geri geri ateşe fırlatır. Erkek kızın attığı hamurları közde pişirmeye çalışır. Ateşe atılan hamurlar pişince erkek onları toplar, oradaki bütün bekarlara dağıtır ve mitsel tören sonlanır. Bekarlar bu kömürümsü çörekleri gece yatarken yer ve su içmez, kesinlikle kimseyle konuşmaz. Veee gece rüyasında kiminle evlenecekse onu görür. İşte bu ritüel yılbaşı akşamı yapılır ve bazı araştırmalar bunun bir rum geleneği olduğunu söyler. Adı da "alata kolodu"dur. Bu kadar tuzlu bir şeyi yiyip üstüne bir de su içmezseniz, gece rüyanızda kendinizi binbir gece masallarındaki gibi halının üstünde prensinizle uçarken ve bir şelaleden su içerken görürsünüz. Daha önce yapılmışlardan yedim, kimseyi falan görmedim ama umudumu yitirmedim.</div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Bu geleneği hem yaşatmak hem de renkli, zevkli, eğlenceli bir gece yaşamak için, en önemlisi inanmasam da belki bir umut rüyamda benim brad pitt'i görmek için bütün akrabayı Sarıyer'e topladım. İki günümü aldı bu organizasyon. Erkekle kızı ayarlamakta zorlandım, bazısı müsait olmadı bazısı kabul etmedi. Biri yeğenim biri kuzenim iki kişiyi ayarladım sonunda. Sarıyer'de oturan dayımı aradım. Onun eşi de orada oturan, un, tuz, su, odun toplayacağımız yedi komşuyu ayarladı. Biz de kuzenler, teyzeler, dayılar, arkadaşlar, yeğenler toparlandık gittik. Komşuları gezip malzemeleri topladık, tabi gülmekten göbeğimiz çatlayarak. Erkekle kızı konuşturmaya çalışıyoruz, topladıklarımızı dökmemek için uğraşıyoruz, komşular mevzuyu bilmiyor izah etmeye çalışıyoruz, -Trabzon da kolay oluyordu da burada zor kimsenin böyle bir gelenekten haberi yok-. Topladıklarımızı kocaman bir ateş yakarak pişirdik. Bir ara polis geldi, "napıyosunuz burada" diye. Onlara da izah ettik, biz geleneğimizi yaşatmak istiyoruz ayrıca niyetimiz de rüyamızda beyaz atlı prensimizi ya da prensesimizi görmektir dedik. Polis de çörekten istedi, meğerse o da bekarmış. Bu arada yoldan geçenler, arabasının durduranlar, sosisleri kapıp kızartmaya gelenler de oldu. Bayağı bir seyirciyle pişirdik ve herkese dağıttık. Olayın her anını da kaydetmeyi unutmadık. </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">İstanbul'un göbeği möbeği yaptık işte, harika bir akşam oldu, çok eğlenceliydi. Tam bitirdik ki bardaktan boşanırcasına bir yağmur yağdı. Allahın işi işte, eğer yarım saat önce yağsaydı bizim gösterimiz gerçekleşmezdi. Söndürmeye çalıştığımız ateşi yağmur iki dakikada halletti. Herkes arabalara doluştu ve doğruca evin yolunu tuttu. Herkes heyecanlı, bir an önce uyumak istiyor, ee bu akşam mürvetimizi görecez. Hadi hayırlısı...</div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-32604515545121301972010-01-09T13:49:00.000-08:002010-01-09T14:34:35.325-08:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-1TEIFprJA1WlcLm14O5VvuPZTvbTpMcIvACyB9RIkk9bRDUpZrigwr7Yl_aPwphWLQM5Rrk4ntXdvCOeTH1PQc2maaci7G4T_wczuMwBu1_hFL252cwrCW2LpKlcWcKQyHICY2bkwp1v/s1600-h/426511051_0b712afcba.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5424871845052764322" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 320px; CURSOR: hand; HEIGHT: 320px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-1TEIFprJA1WlcLm14O5VvuPZTvbTpMcIvACyB9RIkk9bRDUpZrigwr7Yl_aPwphWLQM5Rrk4ntXdvCOeTH1PQc2maaci7G4T_wczuMwBu1_hFL252cwrCW2LpKlcWcKQyHICY2bkwp1v/s320/426511051_0b712afcba.jpg" border="0" /></a><br /><div><strong>bir yokoluşsun sen!</strong></div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Çocuklar niye büyüklere özenirler, niye onlar gibi olmaya çalışırlar, onları taklit ederler. Dünyanın en güzel şeyi çocuk olmaktır bana göre. Sorumluluk minimumdur, müsamahayı sonuna kadar kullanma özgürlüğüne sahiptirler, yeme-içme, barınma, eğitim, hobi, sinema, kitap, tiyatro ne varsa hepsi başkaları tarafından karşılanır, (çocukluğunu yaşayamayan sorumluluk üstlenmek zorunda kalanları ya da kimsesiz olanları bunların dışında tutuyorum), sevilirler, şımartılırlar ee daha ne olsun. Şimdi bunları hangi yetişkine versen istemez ki! Zamanında kıymetlerini bilemedik, gerçi bilseydik de elimizden bir şey gelmezdi ya. Zaman denen soyut makine yiyip bitirdi bizi. Çocukluktan yetişkinliğe oradan ömrün yarısına sonra da ihtiyarlığa geçtik en sonunda tabiri caiz ise tahtalı köye.</div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Buradan nereye varmak istiyorum. Lafı uzattım her zamanki gibi. Şu sesleri ve sahneleri mükemmel olan çocuklar var ya, hepsi büyüklerin birer taklitçisi olarak her cumartesi gecesi televizyonda bangır bangır şarkı söylüyor. Yaşıtları evde ya uyuyor o saatte, ya haylazlık yapıyor, ya bebeğiyle ya arabasıyla oynuyor. Olması gerektiği gibi. (Gerçi şimdi hepsi internet başında ben benim çocukluğumdan bahsediyorum) Bunlar gece yarısına kadar izleyiciyi mest etmekle uğraşıp dursunlar. Hiçbirinin bundan bir şikayeti yok, çok şanslılar onlarda farkında. Günün birinde özendikleri ablaları abileri gibi olacaklar. Tek dertleri bu, çocukluğunu yaşayamamak kimin umurunda. <div align="justify"></div><br /></div><div align="justify">İçlerinde bir tanesi var fındık kurdu lakaplı, şirin mi şirin bir şey, sesi de iyi vucüt dili de. Ah bir de kendi gibi olsa. Şımartılmanın tavanlarında gezdiği için bir süre sonra çocukluğunun saflığı da yok oldu. Her programda daha çok konuşuyor, konuştukça batıyor aslında. Adam olacak çocuk gibi taklitçi biri olup çıktı başımıza. Bütün şirinlik, masumluk bir anda yok oluverdi. Önceleri çok tatlı, saf, ürkek ama tam da çocuk gibi bir çocuktu. Onun o halini izleyici sevdikçe, o da programa rayting yaptırdı. Yapımcılar onun bu durumunu kullandıkça kulllandı, kızı medya maymununa döndürdü. Kız, çocukluğundan çıktı, her programda artık daha da irrite edici olmaya başladı, şirinliği kayboldu yerine çok bilmiş fettan bir kız geldi. Yazık ettiler ona ve diğerlerine. Herşeye ettikleri gibi. Millet olarak biz doğal olana önem vermeyiz, yağmacı çekirgeler gibi hasatı yiyip bitirir ve geriye bir ton çöp bırakırız. Bu da çöp yığını olmaya mahkum. Kendi çocukluğumuzun kıymetini bilmedik, şimdi sıra çocuklarımızda...</div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-2478622166084370122010-01-03T11:02:00.000-08:002010-01-03T12:18:01.505-08:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVwR09tuv78QG135MuPlPI2yWw-iluOMACLuXGefcwUsPKgR9lq168uKxcND_ICjzqSQt_hES5t5H2Wh6__UVs-flv73TGI5ArZ2WEUGEqohAljK5W4zwh-uA0CJ2b_SPPgadl-zAScCk_/s1600-h/3049911009_f7a7a94e6f1.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5422607559892911026" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 285px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgVwR09tuv78QG135MuPlPI2yWw-iluOMACLuXGefcwUsPKgR9lq168uKxcND_ICjzqSQt_hES5t5H2Wh6__UVs-flv73TGI5ArZ2WEUGEqohAljK5W4zwh-uA0CJ2b_SPPgadl-zAScCk_/s320/3049911009_f7a7a94e6f1.jpg" border="0" /></a><br /><div align="justify"><strong>yeni yıl, yeni iş, bu cümleye bi de yeni aşk gerek...</strong></div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Bundan bir ay kadar önce tayinimi başka bir yere aldırdım. Resmi olarak salı günü başlıyorum, bürokrasi uzun sürüyor. Öyle aldırdım derken bu kararı öyle bir anda vermedim, düşündüm taşındım, sıkıldığıma karar verdim. Yeni bir atmosfer gerekliydi ruhuma, kesinlikle bu böyle izah edilebilir. Yoksa olduğum yerde iyiydim başkalarına göre, iş rahat, ortam rahat. Sabahtan akşama kadar otur maaş al, neredeyse bankamatik memuruydum. İşte öyle değil maalesef. Sürekli aynı ortam aynı insanlar, işsizlik bir süre sonra miskinliğe dönüşüyor. Koca gün boş oturuyorum, bir satır kitap okumuyorum, lak lak lak lak. Kendime bir yerde dur demeliydim, ne kadar denedimse bir türlü iş hayatımda monotonluktan çıkamadım. Haaa, iş var da ben mi yapmıyorum. Yok iş yok ama başka faydalı şeylerde yapmıyorum. Dedim bu böyle olmayacak. Bana yeni vizyon ve misyon lazım. Okul yok, kurs yok sıkıldım. Beni ne kadar sıkıştırırsan benden o kadar iyi verim alırsın. Burada küflendikçe küflendim çünkü. İş çıkışı eve gidiyorum, sabah aynı tekdüze ortama yeniden giriyorum, her gün muhabbet her gün lak lak, eee nereye kadar. </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Kolay olmadı tabi, tam 13 yıldır aynı yerde çalışıyorum, pek önemli olmasa da kendime göre bir kariyerim var. Bir kere işimde uzmanım, en iyilerden biriyim. Sabah işe gittiğimde en azından herkes beni tanır, huyumu suyumu bilir. İçeriye heyyt diye girerim mesela herkes benim geldiğimi anlar, kimse de sen niye heeyyt diye girdin demez, beni kaba bulmaz. İstediğim gibi konuşurum, istediğime bok atarım, istediğimi göğe çıkarırım, şaka yaparım, kahkakaharla gülerim. Yeri geldiğinde acaip kızarım bağırırım çağırırım da kimse bana uzaylı muamelesi yapmaz. "Ee bizim kızımız, olur öyle şey" der geçerler. Ya şimdi? Kimseyi tanımam etmem, Şişlini hükümdarı şimdi Beyoğlunun üvey evladı gibi olacak. Hiç kolay değil. Biri bir şey diyecek yorum yapamıcam, dalga geçemicem, sinirlenemicem, gülemicem. Tabi ilk aylar böyle olacak. Ben kendimi ikinci ayda kabul ettiririm, kendime yer edirinim. Ama ilk aylar bir acemilik olucak. Kariyeri sıfırlayıp orada kafası basmaz, salak bir kız olarak ortada gezinicem. Oradaki işi çok bilmiyorum. Genel hatlarıyla bilsem de oradaki iş benim işimden biraz farklı. Ne halt etcem bilmiyorum. Şiimdi yaşlandık da öyle hemen anlayamam, kavrayamam. Bi de eskiden küçük olduğumuz için yediğimiz fırçalar koymazdı. Şimdi burada fırça yersem gel de bak işe. Kafamı oturup duvarlara vururum heralde. "Ne oldu sana kaşındın di mi, al sana yeni atmosfer, tebdil-i mekan, aldın havayı, yedin babayı" diye kahrolacam. </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Kararımı verdim bir kere. Yarın resmi olarak imzalayıp ayrılacam oradan. Dolabımı çoktan topladım bile. Arkadaşlarım üzülüyor, gitme falan filan, izin al dinlen gel, biz sensiz yapamayız, bizi kim güldürecek, kim sanattan haberdar edecek, kim bağıracak, kim kahve yapacak, kimin herşey hakkında bir fikri olacak. Kabul ediyorum hepsine evet ama orası ruhuma dar gelmeye başladı, patlayacam. Ne çare evet git diyorlar, isteksizce. Niye gitmiyeyim yani, ben bir karar vermişsem öncelikle kendim için vermişim. Ben iyi olacağım ki ortama neşe saçayım, çalışılabilir biri olayım. Yoksa hiç çekilmem:)) Onlara hak veriyorum, elbette onların böyle düşünmeleri normal. Ben de duygusal olarak çok iyi değilim ama kaderde varsa... neye yarar üzülmek yani. Belki çok iyi bir karar vermişim, gitmeden çalışmadan bilemem. Ben böyle radikal kararlara alışığımdır kendimde. Daha önce de yapmışımdır hayatımda ciddi değişiklikler. Önceleri pişmanlıklarım olsa da sonunda hep takdir etmişimdir kendimi. Bunun da böyle olacağına eminim. Üzülecek sıkılacak bir şey yok. Benimki sadece sevdiğim arkadaşlarımdan ayrılmanın verdiği bir duygusallık durumu. Mantıki açıdan düşünecek olursam, orasının benim için avantajları da var. Zaten bu kararı verirken kendime göre bir muhasebe yaptım, topladım çıkardım, bi kafa patlattım yani.</div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">İşyerimden ayrılmamın başka nedenleri de var aslında alt metin olarak. İş ortamı, yöneticilerimiz oldukça irrite edici olmaya başladı. Onlara karşı ben de bir nefret oluştu, belki onlar için de ben öyle bir durumdayım. Selam bile vermiyorum, gördüğüm yerde kafamı çeviriyorum. İğrenç oldular çünkü çalışanlarına karşı, her türlü üç kağıtçılık, her türlü terbiyesizlik, iki yüzlülük, adam kayırmacılık, yalakalık, hafiyelik bunlarda bulunuyor. Bunlara artık katlanamıyorum. Bugüne kadar nasıl katlandım? Hayır katlanmadım, her türlü yolu kullanarak gerekli yerlere şikayet ettim yazılı ve sözlü ama bunların hepsi bir tavanın balığı. Kimi kime şikayet ediyorsun, it iti ısırmaz durumu. Ben de artık yıldım, mücadeleden vazgeçtim, günün birinde kendi pislikleri onları boğacak ama benim sabrım kalmadı. Ben uzaktan da gülerim onların haline hem de daha çok. Bu sıkıntılı durumları görecek gözüm, dayanacak yüreğim kalmadı. Sırf onların alt oluşunu göreceğim diye de işimi kendime haram edemem. </div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Salı günü yeni işime başlayacağım, rahat bir nefes alarak içeri gireceğim. Herşeyin çok daha güzel olacağı ümidiyle. Ne olursa olsun diyorum, bunlardan daha rezil insanlar olmaz bu dünyada. Bunlar türlerinin son örnekleri. Buyursun orası onların olsun, kaçan kurtulur oradan diyeceğim ve kendimi teselli edeceğim. İnşallah gelen gideni aratmaz, bir taraftan da bunu düşünüyorum. Sanmıyorum yeni yerimin kötü olacağını, önyargılı olmayacağım, pozitif gireceğim kapıdan ne olursa olsun. Çakra felsefesi midir karma gelsefesi midir şimdi aklımda değil ama şöyle der o felsefe iyi düşün iyi şeyler olsun. Ben son derece neşeli şen şakrak biriyim. Benim gibi birinin kendini sevdirmemesi mümkün değil. Ee ben de onları seveceğim elbette. Her yerde kötü insanlar var, belki orada da var ama en azından ben onların geçmişlerini bilmiyorum. İlgilenmem geçer giderim. Haa ben de herşeye eyvallah demediğim için sevilmeyebilirim, eski işyerimde (birden eski işyerim oldu) sevilmedim de bazıları tarafından. Olsun yine de karakterli olarak dimdik ayaktayım, arkamdan söylenecek bir laf yoktur karaktersizlik manasında. Yine de kimbilir ne boklar atacaklar bana. Vız gelir tırıs gider, benden sonra tufan olsun. Çok da tındı yani. Ama sevdiğim arkadaşlarım orada olmadığı bir zaman tufan olsun, yazık onlara. Yeni yerimde de kişiliğimi koyarım ortaya, onlar da eğer insansa beni kabul ederler, severler. Yok eğer insan değillerse hem bana hem onlara geçmiş olsun. Sonum hayrolsun diyorum ve kendimi kaderimin ellerine bırakıyorum. İnşallah arkamdan beddua etmezler de yeni yerimde mutlu olurum:))</div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Yeni yıl bana yeni iş getirdi, bir de yeni bir aşk ve para getirirse tadından yenmez...</div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-51213729934559587872009-12-30T12:56:00.000-08:002009-12-30T13:04:53.507-08:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-GzpEMS8WwwpGrWw_I-vhoA2obYKTkenxQeXEbm9wBbi4VvIwpwlo8pTY2k9LmlH54iWvgNwSVfGr1a0JU8sJ7l9W7Tvt0nF9qJP8ivzAy47KZmBtCEiam93IchSeM73oE-of5LuediBk/s1600-h/yeniyil.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5421137838478461650" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 250px; CURSOR: hand; HEIGHT: 255px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-GzpEMS8WwwpGrWw_I-vhoA2obYKTkenxQeXEbm9wBbi4VvIwpwlo8pTY2k9LmlH54iWvgNwSVfGr1a0JU8sJ7l9W7Tvt0nF9qJP8ivzAy47KZmBtCEiam93IchSeM73oE-of5LuediBk/s320/yeniyil.jpg" border="0" /></a><br /><div>İyi yıllar dilemekle yıllar iyi oluyorsa herkese bol keseden iyi yıllar...</div><br /><div align="justify"> </div><div align="justify"> </div><div align="justify">not:Çok kısa bir yazı oldu:)) Yeni yılda işyerimi değiştiriyorum. Keyfim olduğu bir gün detayları yazarım.</div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-4745084780061960222.post-87168469313974270922009-12-17T07:13:00.000-08:002009-12-17T07:36:59.614-08:00<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjD6XtqXjpNuNb2xSgFCwplBBUgVOyJ7_sT-d9vRqfXlnMPYZk-_FNLDgy1lKEfJf8zA-PgZCz0Yz3w3ahz5stK3fOyGn4pHbt9G4qF2q2GUw7Xi36OmGpU_1Xcidd8HX5D4mslu-FaKfkJ/s1600-h/images.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5416229531520380434" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 89px; CURSOR: hand; HEIGHT: 116px" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjD6XtqXjpNuNb2xSgFCwplBBUgVOyJ7_sT-d9vRqfXlnMPYZk-_FNLDgy1lKEfJf8zA-PgZCz0Yz3w3ahz5stK3fOyGn4pHbt9G4qF2q2GUw7Xi36OmGpU_1Xcidd8HX5D4mslu-FaKfkJ/s320/images.jpg" border="0" /></a><br /><div align="justify"><strong>yorum farkı...</strong></div><br /><div align="justify"></div><br /><div align="justify">Bir kaç ay önce bir filmin çekimlerine gitmiştim, yapımcısı beni davet etmişti daha doğrusu. Sebebini de şöyle açıkladı: Yazıyorsunuz ama yazdığınız sahnelerin bütçemi zorlamasını istemiyorum. Bakınız bu sahnenin bana maliyeti şu falan gibi. Yani helikopter düşürme, evi patlatma, ortalığı birbirine karıştırma gibi kıcasa ucuz sahneler yaz dedi. Ben de "iyi de bu benim hayal dünyamı kısıtlamaz mı, bu kaleme müdahale, hayal dünyasına müdahale değil mi, ben böyle düşünerek kendimi kısıtlarım ortaya bir şey çıkmaz" dedim. Düşündü, düşündü "haklısın" dedi. Bence "önce yazayım, bütün bildiklerimi, bütün hayal dünyamı ortaya dökeyim, sonrasında değiştirebilecek alternatif neler var diye konuşalım" dedim. Doğru dedi. Çekimleri izlemeye devam ediyoruz bir yandan da. Bir sahne var belki yirmi kere çektiler, kestiler, olmadı çünkü. Yönetmen ve yapımcı sinirleniyor, bağırıyor, çağırıyor. Ben de ürktüm bu küfürlü bağrışmalar arasında. Arada bana da dönüyor, kötü bir imaj çizmemek için niye küfrettiğini açıklamaya çalışıyor. Derken bana döndü ve " bizim işimiz zor değil mi?, sizinkine benzemiyor" dedi. Ben önce bir durakladım, anlamaya çalıştım. Sonra "evet sizinki zor ama daya iyisini yapmak için vakit var, sürekli tekrar var. Halbuki biz de tekrar yok, yaptın yaptın yapamazsan ikinci bir şans yok, çünkü hasta çoktan ölmüş olur" dedim. Adamın ağzı açık kaldı yorumuma ve kahkahayı patlattı. "Çok ilginç buldum yorumunuzu" dedi. Ben de işlerimizi karşılaştırmasını ve en azından zorluk derecesini kıyaslamasını ilginç buldum.</div>Cevizhttp://www.blogger.com/profile/05880188518319098340noreply@blogger.com1