Tatil için arkadaşım beni ekince ben de hemen yeni planlar peşinde koştum. Uzun zamandır görmediğim İsveçteki kuzenime mail attım "gel beraber tatil yapalım" diye. O da bir kaç gün sonra bana döndü, "biz izmir selçukdayız, burası mükemmel, arkadaşımızın yazlığındayız ille de sen de gel falan, boşuna otel parası verme" gibisinden bir sürü ikna çabaları. Ee güzel bir plan, parasız tatil neredeyse. Hemen evet dedim ve onların yanıma selçuğa gittim. Havaalanında eşi karşıladı beni. Kuzen gelemedi evde biraz hasta dedi. Noldu dedim telaşla. Kem küm ederek evde konuşuruz dedi. Len dedim bu kesin hamile. İçime doğdu. Bir gittim bizim kız yatak döşek yatıyor, bir mide bulantısı bir kusma ki sormayın gitsin. Onu öyle görünce az kaldı ben de çıkaracaktım. Tabi bu çok çok güzel bir haberdi benim için. Çok istiyorlardı bu çocuğu. Ama bizim kızın rahmine bebe yeni düştü bu kusmaya başladı, nasıl geçecek dokuz ay bilmem. Ayrıca bu kusmaya bebede düşebilir alimallah. Ağzımdan yel alsın. Suyun adını duysa midesi bulanıyor ayrıca bir haftadır böyleymiş ve doktora gitmemiş. Hay allahım ya. Eşi de sinirleniyor. Bizimki doktora gitmeyi istememiş. Adamın elinden bir şey gelmeyince ve onu da öyle perişan halde görünce adam sinirlenmesin de napsın. Siniri tepesinde. Ertesi gün aldık hemen gittik kuşadasına hastaneye. Doktor "üç gün yatacak" dedi. Vucüddan aşırı su kaybı var, böbreklerde asit birikmiş falan filan. O gece onunla kaldım, ertesi gün doktor beni gönderdi. Neymii efendim hamilelik kusması psikolojikmiş, bizi görmemesi lazımmmış. Ee peki dedik bizde. Çıktık hastaneden bari bu fırsatı değerlendirelim gezelim dedik. Önce meryemanaya gittik (hacı oldum bu arada) Sonra yedi uyuyanlara. Sonra da yazlığa döndük. Zaman geçmek bilmiyor ama. Bir denize gidip ferahlayalım dedik, ben kursda öğrendiklerimi tatbik edeyim dedim. Denizde yürü allah yürü boyumu geçmiyor. Sıkıldım, boyumu geçmeyen suda debelendim durdum. Deniz gözlüğümü takmıştım, hiç sevmedim denizin dibini, bazı yerlerde yosun vardı, ayağıma değdikçe huylandım. Havuzda yüzmeyi öğrenince öyle çıplak ayakla kuma, yosuna, çakıla basmak bir tuhaf geldi bana. Fazla oyalanmadık denizde eve geldik. Birinci gün hastanede ikinci gün de böyle geçti işte. Üçüncü gün önce kuzeni ziyarete sonra efes antik kentine gittik. Tarihin içinde buldum kendimi. O güne özel bir de gösteri düzenlediler ziyaretçilere. Sezar ve kleopatranın bulunduğu bir törende şovlar, akrobatik hareketler gladyatör dövüşlerini temsil ettiler. Küçük bir sahnelemeydi ama eğlenceliydi. Hava da çok sıcak değildi, bulutlar ara ara gökyüzünde dolandı durdu da biraz serinledik. Amfi tiyatrolar, mezarlar, kütüphane, genelev:), eczane, baharatçılar vs. Hayran kaldım doğrusu, adamlar öyler yapmış ki 2500 yıldır ayakta, acaba bugün yapılan bir şey kaç yıl ayakta kalır da bugünün kültürünü yansıtır. Akşamdan sabaha değişen dünyada artık hiç bir şeyin uzun ömürlü olacağını ve ileriki nesilllere bugünlerden bir şey kalacağını sanmam. Tarihe doyunca çıktık oradan, doğruca selçuğun şirin bir köyü olan şirince'ye. Arabayı siyah bir dutun altına parkettik. Ee salkım salkım dutlar orada öylece dururken biz duramayız. Biraz çaldık onlardan ne yalan söyleyeyim. Çok lezizlerdi, normalde yeme-içmede her türlü huysuzluğu gösteren biri olarak beyaz duttan nefret eden ben, siyah dutta tam aksi utanmazsa ağaca çıkıp yiyecek kadar pisboğaz biri oldum. Şöyle ağzımız tatlanınca hızlıca köyün içine daldık, köylü kadınlarının el emeği göz nuru elişerinin ve sabun kokularının arasında köyü dolaştık, oradaki kiliseyi gezdik. Şarapların tadına baktık, küçük hediyeler aldık. Eskiden burası küçük bir rum köyüymüş. Türkiye'de yaşayan her rumun başına gelen onların da başına gelmiş, zorunlu göçler olmuş. Buraya da Türkler yerleşmiş.
Şimdi diceksiniz kızı hastaneye bıraktınız geziyosunuz ne gamsızsınız falan diye. Yapacak bir şey yok, doktor istemiyor bizi hastanede. Ayrıca biz o kadar kötü değiliz. Her iki saatte bir aradık onu. Hatta bu kadar sık aranmaya bile kızar oldu. Neredeyse sesimizden bile tiksinmiş ona bile kusacakmış:) Gezecek yerleri bitirdik tekrar yazlığa döndük. Ben bu kez de havuza gittim, biraz da orada yüzeyim dedim. Akşama ızgara balık yaptık, bira, şarap vs. Üçüncü günde böyle geçti. Dördüncü gün bizim kızı hastaneden çıkarmaya gittik erkenden. Aldık geldik hemen. Ev kokuyordu ona, ama herşey kokuyordu. Ne yapacağımızı şaşırdık, zorla yemek yedirmeye çalıştık. Sürekli hasta modunda yattı. Kalan üç günü de, koku lafları, sürekli öğürtüler, arada kusmalar arasında geçirdik. Ben evde yapmadığım kadar iş, yapmadığım kadar yemek yaptım, yıkamadığım kadar bulaşık yıkadım. Bunun adı da tatilmiş. Hay ben bu tatilin içine. Aklıma kötü bir deyiş geldi. "Bahtsız bedeviyi çölde kutup ayısı.." aynen böyle yani. Allam naptım da bu yıl ki tatil böyle oldu, bir suç, bir günah mı işledim. Tövbe allahım:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder