belgrad ormanında iki kız...
Benim pirelerin cirit attığı, sabahın erken saatinde, arkadaşım "lolo" aradı. "Hava güzel ben ormanda yürümek istiyorum, benimle gelir misin" dedi? Kör istemiş bir göz Allah vermiş iki göz misalı, hala uykuda olan halimle "evett"t dedim. Geldi beni aldı, saat 3 civarı belgraddaydık. Ne çok özlemişim ormanı, doğayı, toprağı, yerdeki kıştan kalma yorgun yaprağı... Yavaş yavaş yürümeye başladık, doğayı, havayı içimize çekerek...Bir yandan sohbet ediyoruz, bir yandan etrafı seyrediyoruz, gölü seyrediyoruz, kuşları izliyoruz...Tam manasıyla bir terapi durumu yaşıyoruz.
Ben doğayı seviyorum, toprağı seviyorum, börtü böcek, yeşil benim içine doğduğum şeyler. Şanssız olduğumu söyler dururum ya, işin bu kısmını es geçmişim. Düşünmeden ettiğim laflardan birisi işte. Başkalarının isteyip de bulamadığı şeyin tam ortasına doğmuşum ben. Çocukluğumu yeşilin binbir tonunun içinde geçirmişim, ağaca tırmanmışım, dallarından tarzan misali uçmuşum, kızıl ağaç yapraklarından kendime şapka yapmışım, olmadı bazı yaprakların tadına bile bakmışım, derenin içinde yürümüşüm, ağaçtan kendime oyuncak evler yapmışım... Bunlar geldi aklıma orada yürürken ve tabi yaşlandığım. O güzel anıların üzerinden epey zaman geçmiş, hatıraları bile is kaplamış.
Bir ara yürürken kökünden kopup yere uzanmış koca bir ağaç gördüm. Koşarak ormana indim ve onun üzerine çıktım. Gölü oradan izlemek istedim. Arkadaşım arkamdan "gitme ayakkabılarına yazık olacak" diye seslendi, ama kimin umurunda. Enfes bir manzara; batan güneşin pırıltılıları gölün üzerine vuruyor, oradan da benim gözüme. Kuşlar suya konuyor, uçuyor, yerde mart çiçekleri mor mor açmış, ağaçlar yeşermeye başlamış. İzlemeye doyamadım.
Bu keyifli manzarayı bir müddet izledikten sonra geri döndüm, yola çıktım. Tekrar yürümeye başladık. Eski Türk filmlerinin çekildiği manzaranın önüne geldik, bir iki ediz hun, hülya koçyiğit esprisi yaptık. Bu manzaranın önünde kim olsa birbirine aşık olur.
Biz yüksekteyiz, göl alçakta ve yakınımızda. Hemen yoldan bir taş kaptım ve göle fırlatmaya başladım. Ama ne mümkün o kadar yakın mesafeden taşı göle düşüremiyorum. Bazen gücüm yetmiyor, bazen taş küçük gitmiyor, bazen de taş ağaçlara çarpıyor Taşı atamadıkça hırs geldi, yollardaki bütün taşları topladım, azimle onları atmaya başladım. Bir türlü tutturamadım. Bu arada bizden ilerde iki tane başı boş köpek görünce daha fazla ileriye gitmeyelim dönelim dedik. Benim gözüm yollardaki taşlarda. Bir yere geldik, baktım olmayacak aldım elime üç beş taş doğru ormanın içine, gölün yakınına bir yere. Sonunda muvaffak oldum göle taşı fırlatmaya. Bloggg diye bir ses geldi, o sessizlliğin içinde bu ses yankılandı, dalga dalga geldi kulağıma çarptı. Ses o kadar doğaldı ki. Bloggg. Böyle tok bir ses geldiğine göre taş gölün derin bir yerine denk gelmişti. Çok hoşuma gitti, bir daha attım, bir daha, bir daha... Arkadaşım hayretler içerisinde beni izledi. O istanbul kızı, ben trabzon. Beni anlamasını beklemiyorum ondan, hatta onun İstanbul'da doğup büyümesine üzülüyorum.
Baktı olacak gibi değil, ben deli gibi eğleniyorum. Bırakıp yanına gitmeyeceğim, o da girdi kurumuş yaprakların arasına, haşur huşur sesler arasında yanıma geldi. Tuttuğu gibi geri götürdü beni. Bu kez de yolun kenarındaki kuru yapraklar ilişti gözüme. Cebimden çakmağı çıkardım ve yaktım. Evet, test etttim gerçekten yanıyormuş:)) Lolo bir an geri döndü ve yaprakların tutuştuğu gördü, bir bana bir ateşe baktı. Koşarak geldi ve ateşi söndürdü. Ben de tırstım bir an. Aslında ormanın yanacak bir durumu yok, çünkü yerler daha ıslak ama belli de olmaz yani. Dedim "şimdi eve gideriz haberlerde belgradın yandığını duyarız". "Evet, ölürsün vicdan azabından" dedi. Ben de "yoo, istanbul da gideceğim başka orman kalmadı diye üzülürüm" dedim. Güldü lolo.
Bir baktık böyle oyalanırken 3 kilometre yürümüşüz, havada kararmaya başladı. Enerjimizi akıtarak, kendimizi şarj ederek demir aldık oradan.
Orman çok güzel, ağaç, yaprak, kuş, köpek, mart çiçeği çok güzel. İçim neşe doldu, bir tuhaf oldum. Keşke imkanım olsa ormanın içinde bahçeli bir evde günlerimi geçirsem. İnsan yaşadığını anlıyor, her uzvunun sana müteşekkir kaldığını görüyorsun. Soluduğun hava akciğerlerini mutlu ediyor, yürüdüğün yol bacaklarını mutlu ediyor, kalbin güzellikle dolduğu için mutlu oluyor, beynin enerjisini boşalttığın için mutlu oluyor...
Ayakkabılarım gayet iyi, hiçbir hasar yok. (bence onlar da mutlu, her gün gittkleri yerden farklı bir yer gördüler. şehir hayatı onları da sıkmıştı çünkü, hep asfalta basmaktan kötü enerji yüklenmişlerdi.)
çok keyifli saatler geçirmişsiniz. aslında bunu her haftasonu yapmak lazım.
YanıtlaSilTesadüfen gördüm yazını ve bloğunu çok canım istedi bu iş gününde kaçıp gitmek istedim...
YanıtlaSilbazen ormandaki ağaç olmak istiyorum, sesten, isten, kirden uzak ve dinginliğe de bir o kadar yakın...
YanıtlaSilher hafta sonu ormanda olmak zor ama en azından kış uykusundan uyanan, yeniden doğan, yeşeren ormanın bu anlarına tanıklık etmek lazım...
Keşke dediğiniz şey ben dahil bir çok insanın isteği olsa gerek.
YanıtlaSilÇok severim ormanları, doğayı, ne kadar iyi geliyor insana değilmi..