Serzenip mi kendine gelecek yoksa silkenip mi kendine gelecek henüz bilemedi, dolaşıyor...

27 Ocak 2009 Salı

"Bir Çift Küpe"


Dün akşam bıraktığım yerdeler. Fakat dün bıraktığım gibi değiller. Belli ki benden başkası da el atmış onlara. Hatta takılı olduğu yerden çıkarıp kulağına götürmüş, aynanın karşısına geçip şöyle bir kendini seyretmiş olmalı. Heyhat! Beğenmemiş ya da kendine yakıştırmamış veyahut parası yokmuş, olmadı sadece öylesine denemiş. Hangi nedenden ötürü olursa olsun netice de onları satın almamış. İyi ki almamış. Yoksa kendimi suçlu hissedecektim. Onlara niye bu kadar eziyet ediyorum? Bilmiyorum. Sadece bakarak mı tatmin ediyorum kendimi, kulağımda olsalar daha mutlu olmaz mıyım? Bunu da bilmiyorum. İçeri girip üç beş dakikalığına benim olmaları mı hoşuma gidiyor? Onları beğendiğim çok belliyken hala niye onları satın almıyorum? Fiyatı da pek uygun. Almıyorum, alamıyorum. Seyretmek sahip olmaktan daha güzel. Kabataş'ta oturup da Üsküdar'i, Kız Kulesi'ni, karşı yakanın güzelliklerini seyre dalmak gibi. Seyreylemekle doyamazsınız tadına, başka bir sefer için söz verirsiniz kendinize. Tekrar gitmek için can atarsınız. Sahip olmaksa sorumluluğu da beraberinde getirir. Uzaktan bakmakla kendinizi daha özgür hissedersiniz, binbir gece masalları gibi binbir hayale dalabilirsiniz. Oysa sahip olursanız o artık sizindir ve tek bir şeydir. Sadece bir çift küpedir. Vitrindeyse o herşeydir. Mavi papuçlarınızla, mavi fularınızla, mavi kolyenizle, mavi gömleğinizle, mavi pantolonunuzla birlikte hayal ettiğiniz şeydir.
Onu son ziyaretimin üstünden fazla vakit geçmedi. Önünden geçerken yine dayanamadım ve içeri girdim. Evet, ben geldim. Beni gördüğüne sevinmiyor. Ama haklı. Kırgın bana, yüz vermiyor. İtiraf etmek gerekirse takıyı fazla sevmem. Ama cazibesine vurulmamak elde değil. Nasıl bir albenidir bu. Mavi boncuklarının kenarındaki tırtıklar, elbise fırfırına benziyor. Başına taç takmış bir prenses gibi. Yanındakilerden çok farklı duruyor. Reyona gidip de onu görmemek imkansız. Ne kadar da mağrur! Bir tanesi bana biraz sırtını dönmüş, küsmüş belli. Haksız da sayılmaz. Her akşam uğruyorum, onları elime alıp tekrar tekrar inceliyorum. Kulağıma götürüp onlarla giyeceğim kıyafetleri, kolyeleri, bilezikleri hayal ediyorum. Tam alacakken vazgeçip yerine geri koyuyorum. Ben de az değilim ha! Şimdi onlar alınmasın da kim alınsın? Her akşam yeniden umutlanıyorlar. İşte bu kez bizi satın alacak, bu kez bizi kulağına takacak diye. Neyse ben susuyorum şimdi, biraz da onlar konuşsun.

Yine geldi. Bize doğru geliyor. Ben bu sahneyi iki haftadır izliyorum. Aynı tarz, aynı gülümseme ama ayrı kıyafetler. Hemencecik de soluğu bizim yanımızda aldı. Madem bizi satın almayacak, niye geliyor? Her gün bıkmadan geliyor, hafif nemli elleriyle bize dokunuyor. Her akşam yeniden umutlanıyoruz. Alacak gibi davranıyor, seviyor çünkü. Gözlerinin ışıltısından belli. Acaba parası mı yok? Satın alınmayacak kadar pahalı da değiliz. Sanırım tek derdi, iki dakikalığına kendini mutlu etmek. Bu akşam sanki diğer akşamlardan daha farklı. Daha uzun süre tuttu bizi elinde. Değişik bir koku var ellerinde, lavanta kokusu gibi. Ohh içimizi ferahlattı. Gelen giden elliyor, herkesin kokusu siniyor üstümüze. Bir de ağır oda parfümü. Hepsi birbirine karışıyor. Mis gibi geldi lavanta. İyi ki de geldi. Daha yakından bakıyor, boncuklarımdan gözlerini alamıyor. Bu kez alacak galiba. Aa ne oluyor!
Bırakma bizi. Sıkıldık buradan. Tekrar takma o çengele. Almayacaksan niye oynatıyorsun bizi yerimizden? Hislerimizle niye oynuyorsun? Demek ki beğenmiyorsun bizi. Halbuki yaprağa benzeyen bir gövdem ve üzerinde de üç tane deniz mavisi boncuk var. Beni yapan minicik eller işledi onları üzerime. Taa dünyanın öteki ucundaki iki minik el. Elinin emeği gözünün nuru var bizde. Ne önemi var senin için? O kadar düşündüğünü hiç sanmıyorum. Görüntün de kaba zaten. Ellerin de çok hoyrat. Bizi satın almanı beklediğimiz için, asıl bizde kabahat. Her akşam gel, kendini tatmin et. Ohh ne rahat. Burada bekleyen sen değilsin çünkü! Her akşam umutları sönen sen değilsin çünkü! Git bir daha da gelme.

Yine çıkardım onları yerlerinden. Sanki ilk defa görmüş gibiyim, elime alıp inceliyorum. Cengelinden çıkarıp kulağıma götürüyorum. Çok da güzeller. Geçen gün bir bilezik aldım. Mavi işlemeli, gümüş rengindeki tellerle karışık bir kombinasyon yapılmış. Kalın bir bilezik, on metre öteden kendini fark ettirecek cinsten. Düşünüyorum, bu güzelim mavi boncuklu yaprak küpelerle birbirini ne de güzel tamamlar. Bir akşam yemeğinde onları takmaktan çok mutlu olurum. Koyuyoyum onları yerine. Etraftakilere göz atıyorum. Fazla takılmayayım burada, eve gidip film izleyeyim diyorum. Altı tane film aldım dün akşam. Madem almayacağım niye bakıyorum değil mi? Ama çok beğeniyorum, almayı düşünüyorum. Her defasında da almak için giriyorum. Takar mıyım takmaz mıyım? Bilmiyorum ki. Bir daha gelirim, o zaman alırım. Ya başkası alırsa, ya kalmazsa... Kalır kalır...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder