Serzenip mi kendine gelecek yoksa silkenip mi kendine gelecek henüz bilemedi, dolaşıyor...

30 Ekim 2009 Cuma

Oy Trabzon Trabzon...

Şöyle tarihe bir göz attım. Bloga yazmayalı neredeyse iki ay olmuş. Bayağı bir zaman. Bunun sebebi biraz da benim uzun süre tatil yapmış olmam. Tam kırk gün İstanbul'da yoktum bir kere. Trabzon'a gittim. Orada internete giremedim. Kaldı öylece. Buraya gelince de birikmiş bir takım işler, adaptasyon derken yazamadım. Benim bünyem zaten tembelliğe çok müsaittir. Daha önceki yazılarımda da bahsetmişimdir. Yaşasın tembellik! Tembellik konusunda bir tez yazabilirim o derece yani.

Bir arkadaşım habire dürtüyor beni "yaz yaz" diye. Unutmuştum, hele bir şeyler yazayım dedim. Aslında düşündüğümde bu süreçte yazacak çok şey birikmiş. Hele Trabzon'da kaldığım zaman içerisinde her gün yeni bir olay, her gün yeni bakış açısı, yeni insanlar, yeni espriler, kalabalık, kargaşa, cümbüş... Güzel memleketimin güzel insanları. Başımdan geçen bir olayı anlatmadan edemeyeceğim. Giresun'dan geliyoruz dolmuştayız. Vakfıkebir dolaylarında feci bir kaza olmuş yolda. Ambulanslar gelmiş, insanlar yerde, her yer kan falan vs. Yoldan geçen meraklı sürücüler her yerde olduğu gibi olaya bakacağım diye trafiği kilitliyor. Bizim şoförde arabayı kenara çekti ve durdu. "Biraz bakın da gidelim" dedi. Ben hayretler içerisinde kaldım. Sanki ortalıkta seyirlik bir şey var, düğün, bayram gibi. Adam o kadar benimsemiş ki durumu, durup izlemek sıradan bir duruma dönüşmüş. Bence adam kendi merakının gidermek için kenara çekti ya o ayrı konu. Hani İstanbu'da her gün tanık olduğumuz bir olay bu. Ama şoförün arabayı kenara çekip böyle bir laf ettiğini de ilk defa duydum. Hem ilginç hem de komik geldi. Neyse Sürmene'ye geldik, başka bir arabaya bindik eve gitmek için. Şoför hareket etmek için arabanın dolmasını bekliyordu. Yaşlıca bir amca elindeki dondurmasını yalayarak geldi, arabaya oturdu. Bir taraftan da söyleniyordu. "Yaw bu bu dondurma çok soğuk, dişlerim hep ağzıma döküldü. O kadar da söyledim bana sıcak yerinden ver diye. Bak bana yine soğuk yerinden verdi" diye. Şaka gibi tanrım! Adam dondurmanın ılık olabileceğini düşünüyor ve satıcıya sitem ediyor. Allahım ben neredeyim böyle. Hani ben de oralıyım ama uzun süre dışarıda yaşayınca oradakiler uzay üssünden gelmiş gibi geliyor bana. Hayat farklı akıyor onlarla bizim aramızda. Daha neler neler, inanamazsınız. Aklıma gelince anlatırım. İlk defa bu kadar uzun süre kaldım Trabzon'da. Malum anne-baba orada olunca her zaman gidip ziyaret ediyoruz. Yazın gittiğim için, bizim ev gibi diğer akrabaların, konu komşusun da evi kalabalık oluyor. Neredeyse yatmaya yer bulamıyoruz evlerde. O kadar kalabalık. Biz sekiz kardeşiz. Evlimiz var, yeğenler var. Bi de kuzenler geliyor çoluk çocuk, halalar, teyzeler, dayılar falan derken iğne atsan yere düşmez. Bir bizim ev değil, bütün evler öyle. Normalde kışın en fazla üç beş ev de insan var. Onlarda iki yaşlı çiftten öteye gitmez. Ama gel gör ki yazın bütün İstanbul sanki orada. Bizim mahalle, eş dost, akraba genelde İstanbul'da yerleşmişler. Kışın da İstanbul küçük bir Trabzon oluyor o yüzden. Sokakta, otobüste, metroda, düğünde, dernekte, sinemada, boğazda muhakkak bir tanıdığa rastlıyorum. Böyle bir şey işte kalabalık yere ve kalabalık aileye mensup olmak. Bu kalabalıkta her gün bir olayla karşılaşmanız da kaçınılmaz oluyor. Lafın kısası oldukça renkli bir tatil geçirdim. Aslında gidip kafamı dinlemek, çimlerde yalın ayak dolanmak, bol bol ruhumu boşaltmak, hikaye toplamak, senaryo yazmaktı niyetim. Çok istediğim gibi olmadı. Mesela kafamı dinlemekten ziyade kalabalıktan kafam şişti diyebilirim. Yine de hikaye topladım tabi hem de bolbol. İlginç kocakarı hikayeleri, tarihte yolculuklar, delikanlı hikayeleri vs. Zamanı gelince hepsinden bahsedeceğim.

İstanbul'dan bu kadar uzun süre ayrı kalınca, uzun bir süre Trabzon'a uğramam dedim. Sıkıldım çünkü, hayatın karmaşasına alışmışız çünkü. Şimdi geleli iki ay oldu, özledim valla. Meğerse İstanbul hep aynıymış, değişen bir şey olmuyormuş, hayat su gibi akıyor biz de bir şey anlamıyormuşuz. Herşeyden öte burada yaşadığımızın farkında değilmişiz. Zamanı biz değil, o bizi tüketiyormuş. Bu tatilden anladığım şeylerden biri de bu. Peki, hayatımı değiştirebiliyor muyum? Maalesef hayır. İstanbul bana bağışıklık yapmış ben napimmm.

27 Ekim 2009 Salı

aperatif..
Ölmedim yaşıyorum, bilgisayarımda çalışıyor, keyfim de idare eder, işim her zamanki gibi extra bir yoğunluk yok, hayata devam yani ama gel gör ki bu blog dünyasından bir uzaklaştım bir daha da elimi ataıp iki satır yazasım yok. Bu bloga karşı olan bir tepki değil. Tamamen benim bir işe uzun süre ara verdikten sonra tekrar geri dönmekte yaşadığım bir tür tembellik. Ha şu gün ha bu gün derken 2 aydır blogda parmak oynattığım yok. Yazacak tabiki çok şey var. İnşallah bu bir başlangıç olur da kaybettiğim isteğim ve hevesim geri gelir. Bakıcaz, görücez artık...