Serzenip mi kendine gelecek yoksa silkenip mi kendine gelecek henüz bilemedi, dolaşıyor...

28 Mart 2010 Pazar


ve kemençe ve horon ve insan halleri...


Bazı hafta sonları Kadıköy'deki yazar arkadaşım, master arkadaşım, can arkadaşım F. beni davet eder ve ben de müsait olduğum durumlarda bu davete icabet ederim. Her gidişimde daha vapurdan iner inmez kulağıma bir kemençe sesi gelir. Ve ben gayri ihtiyarı o sesi takip ederim, yaklaştıkça ritmi beni de heyecanlandırır, farkında olmadan kemiklerim oynamaya başlar. İskelenin sağ tarafında bir kalabalık varsa ve kemençe sesi geliyorsa anlayın ki orada gençler kendilerinden geçercesine horon oynuyorlardır, kalabalık bir seyirci eşliğinde. O ana her tanıklık ettiğimde ben de hep aralarına katılıp onlara eşlik etmek istemişimdir. Kanım kaynıyor, o ses, o ritim içimde bir yerde sürekli beni fişekliyor, "oyna oyna sen de oyna" diye beni dürtüyor. Kendimi tutuyorum, çantam var, ayakkabım müsait değil diye kenardan izlemekle yetiniyorum ama yine de arada omuzlarım sallanmıyor değil. Bazen ayaklarını, figürleri izlediğim kadar yüzlerini de izliyorum, onların kendilerinden geçişlerini, trans hallerini inceliyorum. Bu nasıl bir oyundur ki insanları bu kadar içten oynatıyor? Ruhlarında öyle bir yere temas ediyor ki bu ses, onlar bu sesi duydukları zaman neresi olursa olsun ortaya atlayıp hiç bir çekinme, utanma hissine kapılmadan rahatça oynayabiliyor. O sese zaafı olan, kendini o ses karşısında aciz hisseden biri olarak düşünüyorum bunun nedenlerini.

Mesela düğünde, piknikte, bir organizasyonda horon oynayabilirsiniz, orada ona göre bir düzenleme yapılmıştır, programda ona da yer verilmiştir. Bu anlaşılabilir bir şey. Ama güpegündüz yolda giderken ansızın bir kemençe sesi duyuyorsunuz ve insanların spontane şekilde horon oynadığını görüyorsunuz. Bir kişi oynamaya kalktı mı ötekilerde ondan cesaret alıp anında bir halka oluyorlar, sanki daha önce kareografisi yapılmış gibi, düzen ve nizam içinde.

Bazen aklıma geliyor. Bu insanlarda nasıl bir özgüven vardır. Kadıköyün en kalabalık yerinde kim olduğunu bilmediğiniz insanların karşısında evindeymiş, düğün dernekteymiş gibi kalkıyorsunuz ve horon ediyorsunuz. Muhtemelen o gün oraya hiç kimse oynamak planıyla gelmemiştir, yoldan geçerken tesadüfen sesi duyup oynamaya başlamıştır. Şimdi bu özgüven Türkiyenin başka hangi yöresinde vardır. Horon yerine orada insanlar halay çekerler mi, bir efe gösterisi yapabilirler mi ya da çayda çıra. Ben hiç tanık olmadım. Heralde oynalasalar "bunlar da burada ne yapıyor" diye bakanlar daha fazla çoğunlukta olurdu. Bu biraz da kişilik meselesi. Yani insanlar kolay kolay kalabalık önüne çıkıp bir gösteri sunmazlar bundan çekinirler, tepkilerden korkarlar. Maalesef Karadeniz insanında bu yok, ya da kemençe sesi daha ağır basıyor. Ellerinde olmadan kendilerini oyunun içinde buluyorlar. Bir doğulu cesaret edip o kadar kalabalığın önünde halay çekemez diye düşünüyorum. Karadenizlinin böye bir derdi yok, o memleketinden dün gelmiş olsun, İstanbul'un yabacılığını hiç çekmez, köyünde nasıl rahat rahat, kendine güvenli şekilde dolaşırsa burada aynı o şekilde dolaşır. O istanbul'u bir istanbullu kadar benimser, ayrım yapmaz, ideolojik olarak kendini bu topraklardan ayrı olarak görmez, hatta böyle bir durumda ilk kahramanlığa kalkışan kişi o olur. Samimidir, davranışlarını sergilerken altta kötü bir şey beslemez, bundan dolayı olabildiğince doğal olur ve kendini sevdirir, kendine yakınlık hissi uyandırır. Yine de kendine fazla güvenmek doğru değildir bana göre:))

Horon doğu karadenizin kültürel olgusudur. Birleştirici ve eşitleyici bir güçtür. Çocukluğumda kına gecelerinde ve düğünlerde horonlara tanıklığım olmuştur, hatta o yaşlarda oynamışlığım da. Benim horon kültürüyle bizzat tanışıklığım ilkokul üçüncü sınıfa denk gelir. Babam o zamanlar okul müdürüydü ve sınıf öğretmenimde okulun folklor hocalığını yapıyordu. Babam sınıfa girip o yılki folklor ekibine beni de kaydetti ve horon serüvenim böylece başlamış oldu. Üçüncü sınıflardan tek kişi bendim, diğerleri beşinci ve dördüncü sınıflardandı. Benim boyum kısa olduğu için (o zamanlar için geçerli bu) horonun en sonundaydım. Ablaların öğrenme becerisi ve takati bende yoktu tabi ama onlara yetişmek ve öğrenmek için hafta sonları bile çalışıyordum. Babaannem babama kızıyordu beni bu etkinliğe kattığı için, hoş karşılamıyordu kız çocuğunun oynamasını. Ama akşamları evde ya da hafta sonları teype bir kaset koyup beni oynatırlarken ilk izleyenim ve alkışlayanım arasındaydı. Onun da bu sese zaafı vardı. Çok bilirim hafta sonları kuzenlerimle biraraya gelip yaşlı kadınlara gösteri yaptığımı. Neyse işte ben horonu okulunda öğrenmiştim ve düğünlerde oyunu kurmayı hep benden beklerlerdi ve komutları benim vermemi isterlerdi. O zamanlarda horon daha az figürle oynanırdı ve genelde oyunda birlik yoktu. Yeni gelen nesil figürleri artırdı, kareografi yaptı ve izleyeciye görsel bir şölen sundu. Mesela 23 nisan ya da 19 mayısta bütün köylüler, kasabalılar, yaşlılar, gençler bayram için yapılan diğer etkinlikleri değil, bizim oynadığımız horonu izlemeye gelirdi. Çok değişik bir atmosfer oluşurdu, herkes kendinden geçmiş, zevkten dört köşe olmuş, nefeslerini tutmuş şekilde horonu izlerdi. Yine köylerde kına geceleri olurdu ve bu kına gecelerine erkekler de katılırdı. Normalde tutucu olan insanlar kına gecelerinde kendilerini aşarlardı, tabi kemençe ve horon sayesinde. Kızlarla erkekler biraraya gelip pek konuşmaz, ortak bir etkinlik içerisinde olmaz, hatta bazıları erkeklerle konuşmayı günah bile sayardı. Ama bu özel gecelerde bir erkek beğendiği kızın koluna girip horon oynayabilirdi. Normalde kızın babası ya da abisi bu duruma kızması gerekirken horonun insanları eşitleyen gücü sayesinde kimseden ses çıkmazdı. Horon boyunca erkekler kızlara atma türküler içerisinde üstü kapalı aşklarını itiraf eder ve ortaya ditrambos şenliklerinde ya da karnavallardaki gibi bir özgürlük havası çıkardı. Bunların hepsi kemençenin o ilahi sesinden kaynaklanırdı.

Şimdilerde nerede bir kemençe sesi duysam ya da horon görsem anında algılarım o yönde açılır. Metroya girdiğimde oradaki kemençe yada tulum çalan adamın yanına gider, biraz dinler öyle giderim. O orada yokmuş, o ses hiç duymamış gibi yoluma devam edemem. Ya da televizyondaki kemençe sesine kulak vermeden, oynanan horonu izlemeden geçtiğimi hiç bilmem. Kulağım o sesi tanır ve beni alır çocukluğuma götürür. Ben çocukluğumda bunu öğrendim, o kültür benim en küçük hücrelerime kadar işledi. Her kemençe sesi veya her horon iyidir diye bir şey yok. İyiyle kötüyü ayırmasını bilirim. Bunu kendime biraz hak olarak görüyorum. Çünkü benim kemençe kulağım ve horon bilgim var. Okulluyum da derim, o kültürle yoğrulmuşum da derim. Horonun insanları yerinde durdurmayan enerjisi bence bu kültürden uzak insanlara da yavaş yavaş bulaşmaya başladı. Bir gösterinin en çok izlenen bölümü genelde karadeniz horonu oluyor. O çoşku, o heyecan insanları sarhoş ediyor, tutsak ediyor. Horon bulaşıcı ve pozitif bir enerji dalgasıdır denilebilir bu anlamda.

Kendime, o ritim ve o ilahi sesi hep duymak ve performansını yaşamak dileklerini diliyorum. Benim aldığım hazzı başkaları alır mı bilemiyorum ama sizlere de iyi bir akçabaaat erkek horonu izlemeyi tavsiye ediyorum.

2 yorum: