Serzenip mi kendine gelecek yoksa silkenip mi kendine gelecek henüz bilemedi, dolaşıyor...

28 Mart 2009 Cumartesi

Yine bir gece mesaisinden selamlar, sevgiler...

"Beni bu havalar mahvetti" cümlesiyle başlayan Orhan Veli'nin bir şiiri var ya. İşte, beni de bu gece mesaileri mahvetti. Yaşımın en az iki katı kadar yaşadım çünkü. Herkes yatağında mışıl mışıl uyurken ben o dakikaları, o saatleri yaşayarak geçirdim. Bugün kendime sordum. Acaba benim gibi kaç kişi vardır; gecenin bitişini, tan yerinin aydınlanmasını, güneşin doğuşunu ve sabahın oluşunu defalarca seyreden. Kimbilir bu manzara ne güzellikler barındırır içinde, seyredenine ne ilhâmlar verir. Kimbilir, ama benimki iş olunca ve sık sık olunca ne zevki kalıyor ne ilhâmı. Neyse bundan bahsetmeyecektim öyle lafa gece mesaisinden girince kelimeler parmağımdan klavyeye dökülüverdi. Bir gün bu gecelerle ilgili çok ilginç anılarımı dökeceğim buraya. Böylece unuttuğum anıların kapakları aralamış, tozlarını silkelemiş olurum.

Bugün sevdiğim iki arkadaşım var yanımda. Ben de bugüne özel iki tane film getirdim yanımda. İzlemek için fırsatımızda oldu. İlk olarak Kim-Ki-Duk'un "Fedakar Kız" adlı filmini izledik. Ben bu yönetmenin başka filmlerini de izlediğim için onun bakışına, diline, gözüne aşinayım. Bizim kültürümüze yabancı gelen bir konuyu, bir babayla kızı arasındaki ilişkiden yol çıkarak evrensel hale getiriyor. Babanın, kızının hayatını uzaktan izlemesine ve çözümü kendi eliyle getirmesine tanık oluyoruz. Zaman zaman şiirsel bir anlatıma kayıyor, izleyici üzerinde gereken etkiyi de yapıyor bana göre. Bazen filme yabancılaşıyorsunuz ve içinde bulundukları durumu sorguluyorsunuz. Yine de bir baba ya da bir kız olarak, kendinizi onların yerine koymaktan geri alamıyorsunuz. Sert ya da ağır konular, aynı sertlikte size gösterilmiyor. Dışsal aksiyondan ziyade içsel aksiyon sizi etkiliyor.
Filmi izlediğimdeki ilk duygularım bunlar, üstünden biraz geçsin, şöyle bir sindireyim belki farklı şeylerde söylüyor olabilirim. Ama arkadaşlarım hiç de benimle aynı fikirde değil. Beğenmediler, afaganlar bastı onları, kasvet çöktü üzerlerine. Bir şey anlamadıklarını iddia ettiler, konusu onlara tanıdık gelmedi, kendilerinden bir şey bulamadıklarını söylediler. Biz halkın gözüyüz diyorlar. İyi ama ben neyim o zaman. Ben de biz izleyiciyim evet biraz daha başka bakan bir göz. Biraz daha düşüneceğim, acaba ben mi anlamadım. Ya da imgelemim boş şeylerle mi dolu?
Geçelim diğer filme. Adı "Dört ay Üç hafta 2 Gün". Bir Romanya filmi. Filmekiminde gelmişti. Ben şimdi izlemeye fırsat buldum. Üniversiteli genç bir kızın kürtaj olmak için verdiği mücadeleyi konu edinen bir film. Aslında mücadeleyi veren kişi kendisi değil. Yanındaki oda arkadaşıdır. Kürtajın bütün sorumluluğunu üstlenen, herşeyi ayarlayan, gerektiğinde vicdanıyla başbaşa kalan, gerektiğinde fedakarlık yapması gereken odur. Bütün film boyunca arkadaşı için yaptıklarını izliyoruz. Hem de arkadaşının ona yalan söylediğini öğrenmesine rağmen. Yaşadıkları kendi ilişkisini de yeniden gözden geçirmesini sağlıyor, kürtajı, arkadaşlığı, ilişkiyi, evliliği sorguluyor. Ve sorgulattıyor da.

Bu da böyle bir film. Bunu da beğenmediler. Filmin renkleri de biraz karanlık. Romanya'nın komünist zamanlarını anlattığı için, bakımsız binalar, yollar, oteller içinizi ısıtmıyor. Yani biz eğlenmeye gelmiştik diyor arkadaşlarım. Bu filmler içimizi kararttı. Kızların depresif halleri diye de yorumladılar ve kestirip attılar. Bu kadar basit işte bir izleyici gözünden. Onca emek, onca metafor, onca anlatım... Bir saatte hepsi boşa çıkabiliyor. Yahu bu sanat işi zor işte. Herkes aynı anda aynı şeyi düşünemez. Her gösterge herkese aynı şeyi ifade etmez, aynı hissediş içine giremezsiniz.

Fimlerden sonra başka yollardan kendimizi eğlendirmeye çalışıyoruz. Hayattaki en iğrenç şeyleri ne kadar paraya yiyebiliriz diye. Öyle iğrençlikler ki anlatamıcam, hala midem bulanıyor. Gülmekten bir taraflarına ağrı giriyor bunların. İşte zevk aldıkları şey. Kendileri üretiyor çünkü, beyinlerinin ince kıvrımlarını yeni iğrençlikler bulmak için zorluyorlar. Şahane fikirler çıkıyor ortaya.

İşte bir gece mesaisinden kareler... İşiniz yok mu diye sormayın? Hakikaten iş yoktu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder