Serzenip mi kendine gelecek yoksa silkenip mi kendine gelecek henüz bilemedi, dolaşıyor...

12 Şubat 2009 Perşembe

Vizon Renkli Kasket
Uzak doğu yapımı küpelerim vardı hani, bilirsiniz. Satın almasam da onlar benim, sahiplendim onları bir kere. Bir başkası alıp kulağına taksa da onlar benim küpelerim. Neyse bahsedeceğim şey bu değil. O mağazada artık önünde durduğum, dakikalarca bakakaldığım, hatta bakmakla yetinmeyip başıma taktığım, aynada dönüp dönüp profil görüntülerime baktığım başka bir şey daha var. Renginin adını bilmiyorum ama vizon gibi duruyor, üzerinde küçük çiçek desenleri var. O bir kasket galiba. En azından bere değil, melon değil, lengerli fötr değil( :) )... Bildiğim şapka cinsleri bu kadar. Neyse, haftada en az iki kez giriyorum mağazaya ve soluğu şapkaların yanında alıyorum. Birini takıp birini çıkarıyorum ama yine de benim vizon kasketin yerini hiçbiri tutmuyor. İndirimli de. Bunu galiba alacağım. Düşünüyorum, bunu hangi kıyafetimle kullanırım diye. Ama çok da umursamıyorum. Bu küpe mevzusu gibi değil benim için. Her durumda bu şapkayı alırım ben. Şu an önünde durup düşünüyorsam bu sadece bu anın zevkini yaşamak içindir. Onu satın almayacağım için değil.Çünkü şapkayı severim de büyük bir zevkle takarım da. Çeşit çeşit şapkam vardır, özellikle bere koleksiyonum geniştir. Tek renkli, karışık renkli, el örmesi, ponponlu, ressam beresi bunlardan ilk aklıma gelenler. Küpeleri de ihmal etmiyorum, onlara da muhakkak uğruyorum. Yerlerinden oynamamışlar, benim onları almamı bekliyorlar. Belki alacağım belki almayacağım, hala karar vermiş değilim... Ne demişler; geç olsun güç olmasın...

7 Şubat 2009 Cumartesi

BUGÜNKÜ SERZENİŞİM...
Tarih tekerrürden ibarettir lafını her zaman çok sevmişimdir. Hayattaki kılavuzumdur diyebilirim. Severim sevmesine de, aldığım kararlarla ilgili olarak kendini bana hatırlatmasını hiç sevmem.
Bu laf için yanılmayı hiç bu kadar istememiştim. Ama yine haklı çıktım. Buruk bir haklılık bu. İstenen bir şey değil. Sadece sonucunu baştan bilmek ve ona hazır olmakla ilgili. Bilmekle elinize bir şey geçmiyor, insana dair zaaflar çoğu zaman sizi kör edebiliyor. Sonucunu bildiğiniz halde bilmemezlikten gelmek işinize geliyor ve her zaman olan, yine oluyor. Acı gerçek gelip yüzünüze vuruyor. Duvara tosluyorsunuz, yere düşüyorsunuz, her tarafınız parça pinçik oluyor, insanlığınızdan utanıyorsunuz. Ne oluyor sonuçta, kime ne oluyor? Yine size, hem de kendi kendinize etmiş oluyorsunuz. Akıllanmadım mı, uslanmadım mı diye soruyorsunuz kendinize? Tedavi ediyorsunuz kendinizi, kendi yöntemlerinizle sağaltıyorsunuz yaralarınızı ve ayağa kalkıyorsunuz. Kendinizi eskisinden daha güçlü hisssederek hem de.
Yalan bu, bir kandırmaca. Halbuki hiç de güçlü değilsiniz, savunma mekanızması devreye girmiştir sadece. Söylüyorsunuz bu yalanı kendinize, çok güçlüyüm, unuttum bir daha olmayacak, incinmeyeceğim diyorsunuz. Bunu yalnız diliniz söylüyor. Kalbinizde esen fırtınayı dindiremiyorsunuz. Bir müddet sonra şelale gibi akıyorsunuz yine. Pembe hayaller, tozpembe bulutlar, ayaklarınızın yerden kesilmesi filan. Bu kez tamamdır bu iş, işte beklenen buydu diyorsunuz. Öyle çok da ileriye gitmiyorsunuz. Tam da kötü talihimi yendim, şeytanın bacağını kırdım dediğiniz, içinizde bir umut ışığı belirdiği anda birden görünmeyen birisi ya da bir güç itiyor sizi yere. Bulutlar kararıyor, ışıklar sönüyor, hayaller dağılıyor. Ne olduğunuzu anlamıyorsunuz bile. Kalkıp toparlanacak gücünüz yok. Şiddeti eskisinden hiç de az değil. Hani böyle olmayacaktı, hani içiniz acımayacaktı. Hani dağlara karşı durabilecek güçteydin. Yalanmış, koca bir yalan! Netice değişmiyor işte. Yine inciniyorsunuz, yine kendinize ediyorsunuz, yine toslayıp yine dökülüyorsunuz. Tarih tekerrür ediyor işte. Edecek de. Önlem alayım diyorsunuz, fakat bunu en az 15 yıldır diyorsunuz. Bir 15 yıl daha geçsin aynı lafı yine tekrarlayacaksınız. İnsan diye bir yaratıksınız çünkü. Kendi sonunuzu kendiniz belirlemekten yoksunsunuz. İster öyle ister böyle...

4 Şubat 2009 Çarşamba

Ev hali...
Bloguna bir şey yazmaktan üşenen, iki kişilik koltuğa ayaklarını uzatan ama sığmadığı için onları toplamak zorunda kalan, laptopunu duvara dayayıp her tür film artı dizi izleyen, izlerken kardeşinin soyup uzattığı meyveleri yiyen, bütün kumandaları efenim digiturk, dvd, televizyon kumandası bir de telsiz telefonu üstüne cep telefonunu iki kişilik koltuğa kendisiyle beraber sığdıran, arada bir üstüne battaniye alan, arada bir uykuya dalıp kumandaları vs. yere düşüren, sonrasında koltuk altlarına giden pilleri toplayıp yerine takmak zorunda kalan, kardeşinin hazırlayıp getirdiği maskeyi yüzüne süren ve en sonunda onu yıkamak için en az beş saattir yapıştığı koltuktan kalkmak zorunda kalan bir kız. Her tarafım tutulmuş beeee, en iyisi yatağıma gidip bacaklarımı yatağın en ucuna kadar uzatıp yatmak. Ohhh be ikiye katlanmıştım, dünya varmış beeee:))