Serzenip mi kendine gelecek yoksa silkenip mi kendine gelecek henüz bilemedi, dolaşıyor...

2 Mayıs 2009 Cumartesi

bir mayıs ayının düşündürdükleri...

1977 yılında kasım ayında ben doğmuşum. 77 yılının bir mayıs kutlaması kan gölüne dönmüş, yürekler yanmış, acılar taze, katiller aramızda dolaşırken tam altı ay sonra ben doğmuşum. Cenazeler toprağa, yetkililer sessizliğe, kafalar kuma, silahlar yeraltına, suçlular yurtdışına gömülmüş, bir benim bir de 37 masum canın evi yangın yeri... Bir farkla bizim ev sevinçten, onların evi acıyla karışık kinden...
Benden büyük 4 kardeşim var, ben 5 numarayım, benden küçük de 3 kardeşim var, eder sana toplamda 8. Annemin en ağır işçiden altta kalır yanı yok. Benim doğduğum mevsim karadenizin sonbaharı. Bu aylarda hazan yaprakları dökülür, bütün orman sapsarı bir örtüyle kaplanır. Karadenizde bir gelenektir, hayvanlar kışın sıcak yerde yatsın diye bütün ormanlar süpürülür, yapraklar sepetlerle taşınır ve hayvanların altına serilir. Doğanın bize verdiği hiç bir şey israf edilmez, kullanacak bir yer muhakkak bululnur. Lafı uzatmıyayım, annem -karnında 9 aylık olan ben- almış sırtına kendinden iki kat büyük sepeti doğru ormana. Daha önce elini beline koyup zorlukla süpürdüğü yaprakları taşımaya. Basarak doldurmuş sepeti, öyle bastırmazsan yapraklar dökülür sepetten, yapılan iş bir şeye benzemez. Hınca hınç dolmuş sepeti vurmuş sırtına, muhtemelen benim tekmelerim de karnına. O halde aşmış yamaç ve patika yolları. "Bir yuvarlansam cesedim bulunmazdı" diye anlatıyor şimdi. Ama o zamanlar gençmiş, çok taşımış o sepetlerden.
Eve gelmiş, kan ter içinde. Beline ağrılar girmiş. Daha fazla dayanamamış, atmış kendini yatağa. Suyu gelmiş. Babaannem girmiş devreye. Mahalleli toplanmış, sular ısıtılmış, beyaz patiskalar hazırlanmış. Babaannemin maharetli ellerine doğmuşum, bir çığlık bir çığlık, kıyameti koparmışım.
Ben evde kıyameti koparırken acaba 37 canın kıyıldığı evlerde nasıl kıyametler kopuyordu? Onların suçu işçi olmak mıydı, annemin suçu köyde olmak mıydı? Değildi elbette. Benim emekçi annem ne kadar masumsa onlar da o kadar masumdu. Alınterinin suçu olur mu, köyde yaşamanın suçu olur mu, ekmeğini taştan çıkarmanın, çocuğunu büyütmenin suçu olur mu? Annem durumdan memnundu kendine göre. Her çocuk içindeki sevgiyi büyütüyordu, sevgi büyüdükçe bir çocuk daha doğuruyordu. Peki onların anneleri yok muydu ya da sevenleri ya da eşleri, çocukları? Kim niye kıydı onların canına. Kuşkusuz onlar da sevgiyi büyütmek isterlerdi. Ama izin verilmedi, yarınlara ulaşılamadı.
77 yılının kasım ayında ben doğmuşum, ben doğmadan altı ay önce bir mayıstı. Bir tarafta kendi bir mayısıyla ilgilenen, karnındaki 3 aylık bebesi benimle beraber toprağı kazıp tohum eken baharlık annem, bir tarafta bir mayıs sabahı oğlunu kutlamaya gönderen işçi anneleri... Akşam, annem eteğine tutuşmuş çocuklarıyla mutlu mesut evinde günün yorgunluğunu atarken, başka evlerde işçi annelerinin feryatları yürekleri dağlıyordu. O benim annemdi, ötekiler kimin annesiydi. Yoktu artık onlar. Birileri mutluluklara, umutlara, yarınlara gölge düşürdü.
Hiç aydınlanmayacak gölgelerdi onlar...

2 yorum:

  1. Dogum hikayelerimiz cok benzer, hem sasirdim hem sasiramadim. 78'in Mayis'inda, Karadeniz'in bir koyunde sirtinda sepet tasirken annem ertesi sabah dogacagimdan habersizmis.

    YanıtlaSil
  2. Yaşasın o anneler! iyi ki varlar, iyi ki bizi doğurmuşlar:))

    YanıtlaSil